Aramak istediğiniz kelimeyi yazınız..
Ara ..

Kategori: Bilgi Bankası

3 Kasım 2016

Şu anda kullanmakta ve içmekte olduğunuz SU’ya ne kadar güvenebiliyorsunuz?
-İçmekte olduğunuz en kaliteli kaynak suyunun bile 22 derecede güneş ışığı gördüğü anda BAKTERİ ürettiğini biliyor musunuz?
-Musluklarınızdan akan suyun yiyeceklerinize/ çamaşırlarınıza/ vücudunuza temas ettiğini ama günlük yaşantımızda bu gerçeklerin farkında olmadığımızı biliyor musunuz?
– Bilerek veya bilmeyerek çok fazla tezatlık yaşıyoruz. Temiz sanarak aldığımız pahalı suyu sadece içme maksadı ile kullanıyoruz. Oysa kirliliğin vücudumuza sadece ağız yoluyla girdiğini mi düşünüyorsunuz?

Örneğin:

*Susadığınızda içme suyu içiyor ama dişinizi şebeke suyu ile fırçalıyorsanız , bu sizce doğru mu?
*Hangi suyu kullanarak meyvenizi yıkıyor, banyonuzu yapıyor, yüzünüzü yıkıyor, akvaryumdaki balığınızın suyunu değiştiriyorsunuz?
*Kullandığınız suya insan dışkısı karışmadığını mı düşünüyorsunuz?
*Elinizi hangi su ile yıkayıp yemek yiyorsunuz?
*Halınızı yıkarken temizlik yaptığınızı sanıyorsunuz. Bu suyla yapılan temizliğin ne kadar hijyenik olduğunu düşünüyorsunuz?

Suyun Küresel (Dünyamız için) önemi:

*Su yoksa yaşam da yoktur.
*Su içinde bulunduğumuz çeşitli yaşam şartlarının, birbirini etkileyen biyolojik ve çevresel sistemlerin arkasındaki itici, destekleyici güçtür.
*Su meteorolojik hava sistemlerini düzenleyen unsurdur.
*Su dünyamızın sıcaklığını sabit tutar.
*Su’yun diğer maddeleri temizleme, emme ve taşıma kabiliyeti vardır.
*Su fiiliyatta dünyamızda heryerde mevcut olması nedeniyle, ne kadar önemli olduğunu unuttuğumuz ve bunu doğal karşıladığımız bir maddedir.

Kişisel Önemi:

*İnsan vücudunun %70-75’ini su oluşturmaktadır.
*Vücuttan %10 Su kaybının kurumaya (dehydration), %20 Su kaybının ise ölüme sebep olduğu bilinmektedir.
*Her gün milyonlarca karmaşık biyokimyasal reaksiyonların oluştuğu vücudumuzda Su, bütün metabolizmamızı düzenleyen maddedir.

Sudaki Kirlilik Sağlığımızı Ne Şekilde Etkiliyor?

En çok suya ihtiyaç gösteren organımız beynimizdir. Vücudumuza aldığımız mikroplu suyun beynimize ne kadar zarar verdiğini biliyor muydunuz?

Uzmanlar sağlıklı bir insanın günde asgari üç litre su içmesi gerektiğini söyler ama nasıl su içmesi gerektiğini söylemezler.

Sudaki kimyasal maddeler bakteriler, mikroorganizmalar, tenyalar, insan ve hayvan kalıntıları, kireç, klor vs.gibi maddeler insan yaşamını, sağlığını ve ekonomisini bir hayli etkiler.

Örnek:

-Suyun içindeki aşırı kireç(sertlik)midede hazmı zorlaştırır.
-Birçok mide ve bağırsak hastalığına yol açar.
-İdrar yollarında kum ve taş oluşturur.
-Diş taşı oluşumuna sebep olur.
-Adale ve eklem kireçlenmesine sebep olur.
-Birçok romatizmal hastalığa sebep olur.
-Sayısız kemik hastalığının başlangıcıdır.
-Çocukların kemik yapısını vaktinden önce sertleşmesine sebep olur, böylece kısa boylu nesiller oluşumunu sağlar.
-Klor içindeki trialometan kansorejen etkilere sahiptir.
-Klor ve su birleşince kanserojen etkili maddeler oluşur.
-Suyun içindeki aşırı klor guatr hastalığına sebep olur.
-Bayanlarda kansızlığa yol açar.
-Saç dökülmesi ve göz kızarmasına sebep olur.
-Ciltte sivilce, kaşınma, kızarıklık hatta egzamaya varan rahatsızlıklara sebep olur.

Suyun kalite kriterleri

Sağlıklı yaşamamızın düzenlemesinde; içilen Su’yun miktarı veya saflığı gibi özelliklerin yanında Su’yun KALİTESİ en önemlisidir.

Binlerce yıl öncesinde su’yun sahip olduğu ve Su kalitesini belirleyen en önemli parametreler:

(1) ihtiva ettiği oksijen miktarı,

(2) yüzey gerilimi

(3) çözücülük kabiliyeti

gibi özellikleri yaşamımız için vazgeçilmez kriterler olmalıdır. Su’yun içerdiği çözünmüş oksijen (DO-Dissolved Oxygen) miktarına göre su’yun kendisinin canlı kalması kirlenmemesi sağlanabilir.

Bundan 200 yıl kadar öncesinde, havadaki Oksijen (O2) miktarı yüzde 38-39 oranlarında, buna mukabil KarbonDioksit (CO2) miktarının ise yüzde 18-19 oranı kadar olduğu, bu gün ise bu oranların değiştiğini hepimiz bilmekteyiz. Oksijen yaşayan canlı organizmalar için bağışıklık (immunity-koruma kalkanı) sistemini koruyan olmazsa olmaz elementtir.

Bilimin ve teknolojinin ilerlemesi ile hava, su ve toprak gibi ortamlardaki kirliliğin esas sebebinin KARBON olduğu anlaşılmıştır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)’nun 2003 yayını ile tüm insanlığa tavsiye edilen sudaki kirlenmenin, Çözünmüş Organik Karbon (DOC-Dissolved Organic Carbon) miktarının litrede 10 mikro-gram’dan az olması ile önlenebileceğine işaret edilmektedir. (2003 World Health Organization – Heterotrophic Plate Counts and Drinking-Water Safety. Edited by J. Bartram, J. Cotruvo, M. Exner, C. Fricker, A. Glasmacher. Published by IWA Publishing, London, UK. ISBN: 1 84339 025 6)

Ancak bu değerin altındaki sularda salgın hastalıklara neden olan patojenik bakterilerin (HPC-Heteretropic Plate Count) çoğalamayacağı ve mikrobiyolojik kirliliğin stabilize edilebileceği, bu değerin (HPC tarafından hemen sindirebilecekleri nutrient olan AOC-Assimilable Organic Carbon) doğal kaynak suyu veya arıtım işlemi yapılmış içme suyu olsa bile, özellikle insani tüketim amaçlı suların mikrobiyolojik denge kriteri olarak kabul edildiği belirtilmektedir.

Ekolojik dengenin korunmasında bu değer önemli bir kriterdir. Su ortamlarında çoğalan bakterilerin gıdası olan DOC-Çözünmüş Organik Karbon miktarı ülkemizde yürürlükte olan su ile ilgili yönetmeliklerimizde, Organik Maddeler için Sarf edilen Oksijen miktarı parametresi ile belirtilmekte ve en düşük değerin, mesela Doğal Kaynak Suları için 2 Miligram/Litre = 2000 mikrogram/Litre değerinde olması yeterli bulunmaktadır.

Son yıllarda çevremiz, ekolojik dengemiz, sağlığımız, ürünlerimiz bu açıdan ele alındığında; uluslararası sanitasyon (hijyen) standartlarına ulaşmadığından, büyük ölçekli ekonomik problemler ve krizler yaşamaktayız. Su’daki DOC-Çözünmüş Organik Karbon miktarının 10 mikrogram/Litre’den az olması halinde, isteseniz bile su’yu kirletemezsiniz.

Su nasıl kirlenir ?

Su kirliliği bütün dünya ülkelerinin ortak sorunudur. Tüm ülkelerin yerel yönetimleri suyu musluklarından arıtılmış olarak akıtamamaktadır. Bu sebeple gelişmiş ülkelerdeki bireyler kendi sularını kendileri arıtma yoluna girmektedirler.

Dünyamızın ve doğamızın yaşlanmasından, nüfus artışından ve bilinçsizce sanayileşmeden kaynaklanan kirlilik suyumuzu da etkilemektedir.

Örneğin;

Kömür yakılması ile kükürt dioksit gazı oluşur. Yağmur yağdığında su ile birleşip sülfürik asit olarak geri döner.

Petrol ve doğalgaz yakıldığında ise nitrojen oksit oluşur. Yağmur damlaları ile birleşip nitrik asit olarak bize ulaşır. Yağmur yağdığında hava temizlenir. Fakat su kirlenir. Kirlenmiş yağmur sularını doğa toprak katmanları ile temizler. Ancak toprak da kirlenir. Kirliliğe doymuş doğa parçası suyu artık temizleyemez.

Yeryüzündeki bütün suların gökyüzüne sürekli devr-i daim ettiği düşünüldüğünde; bu kirlenme döngüsünün ne kadar hızlı ve yoğun olduğu bir gerçektir. Üstelik sanayi ve insan atıklarının doğayı ve suyu, dolayısıyla insanı olumsuz yönden nasıl etkilediğini siz düşünün. Çok çamaşır deterjanı tüketen bir ev hanımı bile doğanın kirliliği için maddi-manevi katkıda bulunmaktadır.

Su kirliliği su moleküllerinin doğal molekül küme ölçülerinden daha büyük kümelerde oluşmasına ve kirletici maddelerin de büyük su molekül kümelerinde yerleşmesi diye ifade edilebilir.

Kirletici madde Su filtre edilerek su’dan çıkarılsa bile, su molekül kümeleri doğal halinden daha büyük olduklarından ve kirleticinin elektromanyetik dalgaları ile zararlı etkisi arıtılan su’da mevcudiyetini devam ettirecektir.

Ayrıca kirleticiler su’da mevcut oldukları zaman veya arıtma işlemi sonunda tamamen sudan çıkarıldıklarında bile elektromanyetik frekansları su’yun molekül kümelerini, doğal olmayan bir yapıda, büyük su molekül küme yapısında tutacaklardır.

Bu son durum da bir kirlenmedir. Su kirliliği kimyasallar, tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübreler, termal, sürtünme ve elektromanyetik etkileşimler gibi sebeplerle çeşitli formlarda oluşur. Kirliliği ortadan kaldırmak için çeşitli metodlar ve teknolojiler uygulansa bile; bunların hepsi suyun moleküler ve frekans seviyesinde kirlenmesine sebep olmaktadırlar.

Kirlilik doğal olmayan miktarlardaki maddeler ve elektromanyetik freanslar ile suyu doyurur. Bu nedenle su’yun gıdaları, yiyecekleri, oksijeni çözme ve taşıma ve hücrelerimizin temizlenmesi gibi doğal olan özellikleri ve gücünün azalmasına neden olur.

Kirliliği bilen yerel yönetimler suyu kaynağında arıtmaktadırlar. Toplumu bulaşıcı hastalıklardan korumak için kireçleyip, klorlayarak kilometrelerce uzunlukta borular ile musluğumuzdan akıtmaktadırlar. Burada kireç, klor gibi maddelerin bireylere vereceği zararı ve kilometrelerce uzanan borulardaki sızıntı ve karışımları arıtamamaktadırlar.

Bizler doğal olarak, sadece ilk açıldığı dönem yapılan analiz raporunu şişe üzerine yazmış, ne sıklıkta kontrol edildiği bilinmeyen PVC esaslı, sağlık ve gıda nizamnamesine tamamen aykırı pet şişelerde ambalajlanmış ve ambalajları ile doğayı daha çok kirletmeye mecbur edildiğimiz sadece içmek için kullandığımız pahalı suyu seçmek zorunda bırakılıyoruz.

Yanma (Combustion) açık formülü: Yakıt (Fuel) + Oksijen (O2) => Heat (Energy) + CO2 (KarbonDiOksit) + Water (H2O)

İçten yanmalı yakma sistemlerinde yakıtın eksik yanması sonucunda atmosfere atılan yan ürünlerin toksik olduğu, ölümlere kadar varan hastalıklara neden olduğu yıllardır bilinmektedir.

Egzost Gazı ile atmosfere bırakılan kirleticiler:

NOx = Azot Oksitleri yakıtların yüksek yanma sıcaklığı sebebiyle ortaya çıkan ve egzost yoluyla atmosfere bırakılan yan ürünleridir. Yanma sıcaklığı ne kadar yüksek ise buna paralel olarak NOx üretimi artmaktadır.

PM (Partikül, İs, Kurum, Soot) yakıtların eksik oksijen sebebi ile tam yanamaması neticesinde ortaya cıkan ve egzost yoluyla atmosfere bırakılan yan ürünleridir. Diğer bir ifade ile yakıtın eksik yanma sebebi ile iş yapmadan harcanması, sarfedilen kısmıdır.

Hava kirliliğine neden olan NOx ve PM oluşma değerleri arasında ters orantı vardır. Bu ters orantılı proses eksik yanma neticesi oluşan kirleticilerle mücadele, emisyon ile mücadeleye davetimizin esasını ve gerekçesini oluşturmaktadır. Birisini azaltmak için yapılan çalışmalar diğerinin artmasına neden olmaktadır.

Mesela, PM (partikül, kurum, is, soot) azaltmak için yanma zamanının (injection timing) değiştirilmesi gibi stratejiler uygulandığında istenmedik miktarda NOx miktarında artışlar ortaya çıkmaktadır. Veya yanma havası için sulandırma stratejisini uyguladığımızda (egzost gazını su içinde sirküle ederek havayı egzost gazından elde etme, – exhaust gas re-circulating- gibi) NOx üretimini azaltmada etkili ancak egzost gazı su içinde sirküle edilirken oksijenin yeri değiştiğinden PM, partikül, soot miktarının artmasında etkili olmaktadır.

Suyu iyileştirme

Eğer su aşırı derecede kirlenirse veya uzun müddet kendisini temizleyemezse, kirleticilerin frekansları sebebiyle doğal su molekül kümeleri yerine daha büyük molekül kümeleri oluşmasına neden olur. Eğer su oksijeni çözemiyor ve taşıyamıyorsa anaerobik (oksijensiz) ortama dönüşür. Anaerobik su bulunduğu her ortamın da anaerobikleşmesine (oksijensizleşme) neden olur.

Su’yun moleküler yapısındaki doğal enerji formu ile yaptığımız restorasyon ve değişiklik sonucunda, nano ölçülerde su molekül kümelerinin (nano-clustered water) restore edilen fiziksel yapısı sayesinde, Su evrensel temizleyici (universal solvent) deoksidizer (antioksidan) olan orijinal özelliğine tekrar kavuşmuş olmakta ve kendi kendisini temizleyebilmekte, dış ortamdan gelecek her çeşit kirleticilere karşı sahip olduğu yüksek derecedeki rezistansı (immunity) sayesinde de onları zararsızlaştırma işlevini ve gücünü yeniden kazanmaktadır. Suyun kimyasal yapısı değişmemektedir.

Suyun içindeki mineraller aynen kalmaktadır.

Suyun yoğunluğu (density) değişmektedir.

Suyun yüzey gerilimi-surface tension- %18 daha düşük olur.

Kaynama ve donma noktaları da değişir. Bu da enerji tasarrufu demektir.

Suyun içinde çözünmüş Oksijen (DO) miktarı daha çok artar, bunun neticesinde yüksek seviyede sağlıklı-yararlı aerobik ortamın oluşması temin edilir. Hastane virüsü gibi mikropların ölümcül olması önlenir.

Doğal enerji formundaki düşük frekanslı titreşimler suyun moleküllerinin birinin diğerini tetiklemesi neticesinde, suyun moleküler küme (cluster) yapısının incelmesine (self-homogenization) nano-moleküler kümeli yapıya dönüşmesine sebep olur.

Suyun kalitesi mükemmelleşir, toksik maddeleri çözme (nötr hale getirme) kabiliyeti artar.

SU’DA çözünmez -INSOLUBLE- KalsiyumKarbonat (CaCO3) yani Kireç taşı SU’yumuzda ÇÖZÜLÜYOR!

Suyun içinde çözünmüş Oksijen arttığından su’yunuzun kendisinde bağışıklık sisteminin (immunity-koruma kalkanı) kuvvetlenmesi sağlanmaktadır.

Sudaki Kirlilik Ekonomimizi Ne Şekilde Etkiliyor?

Bugüne kadar suyun kirliliğinden kaynaklanan maliyetleri hesaplamak hiç aklınıza geldi mi?

İçme suyuna ayrı, kullanma suyuna ayrı fatura, sağlık giderleri, elektrikli aletlerin tamir masrafları, fazla temizlik malzemesi tüketimi, zaman ve enerji kayıplarının maliyetleri vs.

Bütün bunların su ile ne ilgisi var derseniz lütfen okumaya devam ediniz.

* Evinizdeki çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, halı yıkama makinesi, şofben ve termosifon, kalorifer, jakuzi, buharlı ütü vs.gibi su ile çalışan elektrikli ev aletlerini alabilmek için tahminen kaç para harcadınız?
* Bu cihazlar kireçli su ile çalıştırıldığında ömürleri %60 oranda daha az olur.
* Bu cihazların tamir ve bakımına yılda yaklaşık kaç para ödüyorsunuz? (çektiğiniz zahmet hariç)
* Sert su; sabun, deterjan, şampuan vs.gibi maddelerin köpürmesini engeller. Gereken miktardan iki kat fazla kullanılır. Bunlar televizyon reklamlarında söylenmez.
* Pahalı deterjanla ucuz deterjan arasında ki fark köpük yapıcı ve kireç sökücü formüllerin oluşumudur. Yumuşak su kullanıldığında pahalı ve ucuz deterjan arasındaki fark kalmayacak, aynı sonuca ucuz olan deterjanla da ulaşılabilmektedir.
* Yumuşak su kullanılarak yapılan temizliklerde, yardımcı madde dediğimiz yumuşatıcı, kireç sökücü, tuz, çamaşır suyu gibi maddeleri kullanmaya hiç gerek kalmayacaktır.
* Yumuşak su ile banyo yaparsanız, saçlarınızın daha yumuşak ve parlak olduğunu görecek bir daha saç kremi kullanmaya lüzum hissetmeyeceksiniz.
* Yumuşak su ile yıkanan otomobili kurulamaya ihtiyaç kalmaz.
* Yumuşak su ile yıkanan çamaşır veya bulaşıkta hiç leke kalmayacağından daha az zamanda temizliğiniz tamamlanır. Böylece enerji ve zaman tasarrufu sağlanır.
* Arıtılmış su ile yapılan yemeğin rengi, tadı ve aromasının ne kadar farklı olacağını tahmin edebiliyor musunuz?
* Aslında çay yapımının sırrı çayı yapanda değil, suyun yumuşaklığındadır.

Suyun ekonomiye verdiği zararları tekrar edersek; sağlık masrafları, daha fazla kullanılan temizlik malzemeleri giderleri, yardımcı temizlik malzemeleri maliyetleri, daha uzun işlemler için harcanan zaman ve enerji su ile çalışan cihazların ömrü ve verdiği tahribat giderleri vs.gibi. Bütün bunları önleyebilecek ilk akla gelen tedbir sizce ne olmalı?

Doğal enerji teknolojisi – Suyun aktive edilerek canlandırılması DOĞAL ENERJİ = LIFE ENERGY = VIBRATION ENERGY NEDİR?

BİLGİ (INFORMATION) BİR ENERJİ FORMU’DUR. Dr. Wilhelm Reich (1897-1957)

Bilinen Enerji Form’larının Elektrik, Manyetik, Radyoaktif, Kimyasal ve Isıl enerji formları olduğunu ve onlarca yıldır teorik, bilimsel ve reel uygulamalarını yaşamaktayız.

Yukarıda belirtilen Enerji Form’larının dışında bir başka Enerji Formu’nun da teorik, bilimsel ve reel olarak uygulamalarını da son 25 yıldır yaşamaktayız.

Yaygın olarak dünyamızda uygulanmakta olan Doğal Enerji Form’u her an ve her yerde mevcut olan ve Dalga Boyu-Rezonans-Vibration-Frekans olarak karşımıza çıkan INFORMATION (BİLGİ) Enerji Formu’dur. Bu Doğal Enerji formu su üzerine gravitasyon metodu ile yüklenir. Doğal Enerji yüklü malzemeler IC (Information Carrier) Bilgi taşıyıcı olarak bilinir. Örnek olarak LCD (Liquid Crystal Display), Fotokopi Makinaları, Lazer Printer çalışma prensipleri gösterilebilir.

Suyun arıtılması (temizlenmesi) ne demektir?

Günümüzde Su’yu arıtmak için uygulanan konvansiyonel metotlar; Mekanik temizleme, Fiziksel Temizleme, Kimyasal Temizleme ve Biyolojik Temizleme olarak sıralanabilir.

Ne yazık ki; günümüzde yaygın olarak uygulanmakta olan bu konvansiyonel su arıtma metotları su arıtmada karşılaşılan sorunları tamamen çözümleyemediği ve çoğunlukla sağlık ve çevre problemlerine yol açtığı uygulamalarından (sonuçlarından) görülmektedir.

Başta içme ve kullanma su’yu olmak üzere, her çeşit su’yun (atık su dahil) arıtılmasının amacı aşağıdakiler olarak özetlenebilir:

* Su, zararlı mikro-organizmalar ve kimyasal maddeler içermemelidir.
* Su, tadını ve kokusunu etkileyecek olan maddeleri içermemelidir.
* Su’yun ihtiva edebileceği mikrop ve zararlı organizmalar, lokal standartlara göre etkisiz hale getirilmelidir.
* Su’yun, su boruları üzerindeki çürütücü (agresiv) etkisi minimuma indirilmiş olmalıdır.
* Su’da mikrobiyolojik denge (stabilizasyon) kriteri, Organik Maddeler için tüketilen Oksijen miktarının 10 mikrogram/litre’den az, başka bir ifade ile su’daki AOC-Assimilable Organic Carbon (sudaki mikropların gıdası olan ve hemen Sindirilebilecekleri Çözünmüş Organik Karbon miktarı) miktarının 10 mikrogram/litre’den az olması gerekir. Bunun üzerindeki değerlerde salgın hastalıklara neden olan patojenik mikropların çoğalması önlenemez.

REFERANS:Dünya Sağlık Teşkilatı -WHO- tarafından IWA tarafından 2003 yılında yayınlanan “Heterotropic Plate Counts and Drinking Water Safety” ISBN: 92 4 1562269 (WHO), ISBN: 1 84339 025 (IWA publishhing) yayınının SECTION-11 (Sayfa 199) “Managing Regrowth in drinking-water distribution systems” D. van der Kooij.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Çok enteresan kulaktan dolma, doğru sandığımız, bu yüzden hiç düşünmediğimiz bir ön yargı ile karşılaştım. “Su kaynatılınca içilebilir hale gelir.” Nasıl bu sonuca ulaşılıyor? tam emin değilim.

Suyu kaynatınca tüm mikropların öldüğünü sanıyoruz. Sanki tek mikrop varmış gibi. Oysa her biri birbirinden farklı, sayısını bilmediğim mikroplar var ki; her birinin kaynatılmakla öldüğünü söylemek zor. Bazıları kendini korumaya alıyor vb. Ayrıca biz suyu kaç derecede kaynatıyoruz? 100 derecede ısıtılırsa zaten buharlaşacak. O zaman su kalmayacak. Çeşitli yöntemlerle bu su buharları tekrar toplanıp su haline getirilirse mikropların çoğu ölür. Gerçi bu da tüm mikropları öldürmüyor ama kaç kişi suyu böyle ısıtıyor. Ayrıca bu damıtık sudur ki sağlık için faydalı değildir. Ayrıca suyu kaynatmakla içindeki ağır metallerin yok olacağı sanılıyor. Kaynatma ağır metalleri yok etmez. Kaynatma ile metaller yok olsaydı dünya olmazdı. Ne mikroplar açısından ne de kimyasallar açısından temizlik sağlamıyoruz ama sağladığımızı ileri sürüp sağlıksız suları içiyoruz. Su ile yapılan pek çok çalışma zaten bunları gösteriyor.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

1. Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar kanser hastalarına tedaviden sonra vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığını söyledikleri zaman, bu yalnızca kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.
2. Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.
3. Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.
4. Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.
5. Çoklu beslenme eksiklini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.
6. Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.’deki hızlı büyüyen sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerler v.s.’de organ tahribatına yol açar.
7. Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.
8. Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.
9. Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.
10. Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.
11. Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.
12. Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.
13. Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.
14. Bazı destek maddeleri (IP6, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA’lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.
15. Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.
16. Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.

 

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

1. Şeker kanser besleyicidir. Şekeri kesilerek kanser hücrelerinin önemli bir gıdası kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful v.s. gibi tatlandırıcılar zararlı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı Manuka balı veya molastır, ama az miktarda alınmalıdırlar.

2. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg’in aminosu veya Himalaya tuzudur.

3. Süt özellikle sindirim sisteminde mukus üretmesine neden olur. Kanser mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek kanser hücreleri aç bırakılabilir.

4. Kanser hücreleri asit ortamda gelişirler. Et yoğun içeren diyetler asittir. Sığır eti veya domuz eti yerine, bol balık ve az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle kanserli kişilere zararı olan, canlı hayvan antibiyotikleri, büyüme hormonları ve parazitleri bulunur.

5. %80 taze sebze ve meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ve biraz meyveden oluşan bir diyet vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş gıdalardan oluşabilir. Taze sebze suları kolayca emilip 15 dakika içinde hücre düzeyine ulaşabilen ve sağlıklı hücreleri besleyen ve çoğalmalarını hızlandıran canlı enzimler içerirler. Sağlıklı hücre üretimi için gerekli olan canlı enzimlerin sağlanması amacıyla, taze sebze (sebzelerin çoğunluğu ve fasulye filizi) yiyin veya suyunu için ve günde 2-3 kez çiğ sebze yiyin. Enzimler 40 C’de yok olurlar.

6. Yüksek kafein içerikli kahve, çay ve çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir ve kanserle savaşan özellikleri vardır.

7. Bilinen toksinler ve ağır metaller içeren musluk suyu yerine arıtılmış veya filtrelenmiş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

1. Mikrodalga fırına plastik kap koymayınız. Bu özellikle de yağlı yiyecekler için geçerli. Plastik kaplar içindeki yiyeceklerimizi mikrodalga fırınlarda ısıttığımızda yağ, yüksek sıcaklık ve plastik kombinasyonu dioksinin gıdaya geçmesine ve sonunda hücrelere ulaşmasına neden olmaktadır.

Hazır yemek ve çorbalar ısıtılmadan önce ambalajından çıkarılıp uygun kaplara konulmalıdır.

Kağıt uygundur ama kağıdın içinde de ne olduğu bilinmemektedir.

Bunun yerine yemekleri ısıtmak için Pyrex gibi cam kaplar veya seramik kaplar kullanılması tavsiye edilir. Sıcaklığa dayanıklı cam kap kullanmak daha güvenlidir.

Plastik ambalaj malzemesi ile örtülmüş yiyeceklerin mikrodalga fırında pişirilmesi de aynı derecede sakıncalıdır. Yiyecekler radyasyona maruz kalıp ısınıca, yüksek sıcaklıkta plastiğin içindeki zehirli toksinler eriyip yiyeceklerin üstüne damlamaktadır. Yiyecekler plastik yerine kağıt havlu ile örtülebilir.

2. Dondurucuya su şişesi koymayınız.

Dioksin vücudumuzun hücreleri için son derece zehirlidir ve kansere, özellikle de göğüs kanserine neden olmaktadır. Plastik şişelerdeki suyu dondururken plastiğin içindeki dioksin salınır.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Kanserin beslenmesine izin vermeyin! Bilim adamları kanser hücrelerinin en sevdiği yiyeceğe karşı uyarıyor… Bu “tatlı” yiyecek ne mi? Okuyun, şaşırın… International Wellness Directory ‘den alıntıdır.

1930’lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg’a Nobel ödülü kazandırmıştır. Otto Warburg’a göre kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz – anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg’un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi, kanser normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Ozonterapi ve hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur. Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha fazladır.

Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa…

Bu ziyan sendromuna kaşeksi denir. Kaşeksi vücudun karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden “glükoneogenez (yeniden glükoz yapımı)” işlemiyle şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.

Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugün kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez, çünkü şeker kanseri beslemektedir.

Peki, siz bu gerçekleri neden bugüne kadar hiç duymadınız? Belki doktorunuzun ilgi sahası beslenme konusu üzerine değildi. Belki sizin için en iyi tedavi yönteminin klasik yöntemler olduğunu düşünüyordur. Belki Otto Warburg’un buluşunu duymamıştır veya duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir “akıllı bomba” üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta bunları yemekten kaçınır. Kanser çiğ yiyecekler yerine pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine “Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır.” ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında. (Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).

Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?

İngiltere’de 1815 de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970de 50 kg’ın üzerine çıkmıştır. 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye’deki durum da artık çok farklı değildir. Çocuğu ve büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır. Bütün bu bilgiler kanserlerin niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;

Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin.
Bol taze sebze ve meyve yiyin.
Vitamin mineral desteğinizi unutmayın.
Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse manda sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (kefir, yoğurt) tercih edin.
Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!)
Streslerden uzak durun.
İyi uyuyun.
Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
Yeteri derecede egzersiz yapın.
Aşırı alkol kullanmayın.
İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin Turbo fırınlar da kullanılabilir.
· Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Çağımızda endüstriyel kimyasallar, evimizde kullandığımız çamaşır ve bulaşık deterjanı içindeki kimyasallar, hatta diş macunları ve parfümlerin içerdikleri kimyasallar, tarımda kullanılan zehirli maddeler, gıdaların bozulmaması için kullanılan katkı maddeleri, ağır metaller ve ilaçların kimyasal kalıntıları, alkol, tütün, kafein kullanımı ilk bakışta ilişki kurulamayacak şekilde vücudumuzu etkileyerek çok önemli hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor veya neden oluyor.

Endokrin hastalıklar özellikle guatr ve diğer tiroid hastalıkları, şeker hastalığı, tansiyon yüksekliği ve damar sertliği ilk anda sayılabilecek hastalıklar.

Beden direnç sisteminin azalması veya yok olması, hormonal dengesizlik veya fonksiyon bozuklukları, sinir sistemi bozuklukları veya direnç kaybı, fizyolojik dengesizlikler ve hatta kanser gibi çok çeşitli ve farklı hastalıklar ortaya çıkar.

Elektrosmog adı verilen teknolojinin beraberinde getirdiği elektromanyetik kirlenme de, insan sağlığını tehdit eden ciddi unsurlardan birisidir. Yüksek gerilim hatlarından cep telefonu dalgalarına,radyo ve tv dalgalarından ev ve iş yerlerindeki bilgisayar ve elektrikli diğer eşyaların yaydığı elektromanyetik dalgalara kadar, elektromanyetik kirlenme hemen heryerde sağlıksız bir atmosfer yaratmaktadır.

Elektromanyetik kirlenmenin duyularımızla hissedilmez oluşu ve etkilenmenin anlaşılamaması bizi tehlikelere açık bırakır. Kalp krizi yaşlarının 20’li yaşlara düşmesi, bağışıklık sistemlerinin çöküşü, sık hastalıklara maruz kalma, beyin kanamaları sıklıklarında artışlar ve de kanser olgularında görülen tırmanış bu nedenlerle ortaya çıkmıştır.

Başağrılarına, huzursuzluğa, bitkinliğe, stres artışına, uyku düzeni bozukluklarına ve uzun dönemde diğer ciddi hastalıklara sebep olabilir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Meditasyon amacıyla pek çok yöntem kullanılır. Fakat çoğu zaman istenilen sonuca ulaşılamaz ve karara varılır. ” Meditasyon bir işe yaramıyor.” Oysa işe yaramayan meditasyon değildir. Sadece kişinin meditasyonu yapamamasıdır. Fakat kişi meditasyonu yapamadığını anlamaz bile.

İşte yeni bir yöntemle bu sorunun önüne geçilebiliyor. ALPHA sync. Bu yöntemle kullandığınız bir cihaz beyin hücrelerinizin doğrudan meditasyona girmesine izin verir. Yaklaşık 30 dakika süren bu uygulama yöntemi ile mediatsyon amacına ulaşır.

Normalde Sekiz Soylu yol vardır.

Doğru Anlama

Doğru Düşünme

Doğru Konuşma

Doğru Davranış

Doğru Geçim düzeni

Doğru Manevi Çaba

Doğru Konsantrasyon

Doğru Meditasyon.

Batı dilinde meditasyon sözcük olarak “derin düşünme” anlamındadır. Mistik anlamıyla, “kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme tekniklerine ve deneyimlerine verilen addır. Varoluşun anlamı ve varoluştaki yerinizle ilgili içgüdüsel bir bilme durumu olan aydınlanmayı sağlar. İnsanın akıl ve mantık yoluyla sırrına ulaşamadığı evrensel gerçeklere derin bir sezgi ve farklı bir algılama yoluyla ulaşmasını
sağlayan en etkili yoldur

Meditasyon insanın ruhsal gelişiminde son derece etkin bir araç olarak kullanabileceği bir yöntemdir. Ruhsal gelişmede sezgisel bilginin rolü çok önemlidir Günümüzde bilim adamları meditasyonun fiziksel ve zihinsel sağlığa büyük katkıları olduğu konusunda aynı fikirdedirler. Meditasyon sürecinde kişi öz benliğiyle ilişki kurabilir.

Derin Meditasyon sırasında zihin, beden ve ruh arasındabü yük bir uyum oluşur; insan bu üç yönden de kendini çok daha rahat ve iyi hisseder. Bedeni ve zihni sakinleştirmek sorularınızı bekleyen yanıtlarla bağlantı kurmanıza yardımcı olur.

Meditasyon yaparken;

1- Ses, hareket, ışık, insanlar gibi dikkatinizi dağıtabilecek şeylerden yeteri kadar uzak bir yerde olmalısınız.

2- Fiziksel ve zihinsel konfor sağlanmalı. Fiziksel ağrı veya zihinsel huzursuzluk, meditasyonu kesintiye uğratabilir veya engelleyebilir. Banyo yapmak veya elinizi yüzünüzü yıkamak, burnunuzu temizlemek, dişlerinizi firçalayıp ağzınızı su ile çalkalamak, gözlerinize soğuk su carpmak, gevşemenize yardımcı olur. Bol bir kiyafet giymek faydalıdır. Ayakabılar çıkartılırsa iyi olur.

3- Dengeli, dik ve rahat bir şekilde oturmalısınız. Ayak bileklerini çaprazlayıp, dizleri zorlamadan yere yaklaştırarak bağdaş kurup oturmak, oturma şekillerinin en kolayıdır. Eller kavuşturulmuş ve başparmaklar birleştirilmiş olarak kucağa konabilir ya da sağ bileğin arka yüzü sağ diz üzerine ve sol bileğin arka yüzü sol diz üzerine yerleştirilir Dizler değecek kadar yere yaklaşınca, Lotus Duruşu denir.

4- Sessiz, yavaş, yumuşak ve düzenli bir solunum yapmalısınız. Burun tıkalı değilse, ağız kapatılıp burundan solunmalıdır. Ağzınıza salya akması, derin bir gevşemenin işaretidir. Karından ve düzenli olarak solumak önemlidir.

5- Dikkatin üstüne toplanacağı bir meditasyon objesi ve uyarıcısı olursa iyi olur. Çevrenizdeki bir objeye bakarak meditasyon yapıyorsanız, gözleriniz açık olmalıdır . Daha sonra objeyi hayal etmek için gözlerinizi kapayabilirsiniz.

Meditasyonda dört temel süreç harekete gecirilir.

İmgeleme (zihinde canlandırma yoluyla)
Bedensel hareketlerin farkında olmak
Ruhsal sinir sistemi’nin islevlerini yerine getirmesi.
Kişinin iç ve dış arasında bağlantı kurması
İmgeleme, en gerçek zihinsel çalısmalardan biridir ve zihnin en yaratıcı işlevlerindendir. Gerçek olan yada gerçeğe dönüşen her şey imgelemede başlar. İmgelemenin ürünleri henüz fiziksel olarak üretilmiş olduklarından, gerçek değilmiş gibi görünebilir.

Fiziksel olarak varlığınızla ilgili farkındalığınızı artırmak, bedeninizin nasıl çalıştığının bilinçli olarak farkında olduğunuz meditasyon sürecinde kullanılan diğer bir önemli sureçtir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Herkes daha sağlıklı olmak istiyor. Bunun için de çevresinden gördüğü veya duyduğu, başkalarının da yaptığı davranış modellerini tekrarlıyor. Oysa Einstein’in dediği gibi “Hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek çılgınlığına” düşmemek gerekir.

Yıllardır aynı şeyi yapıyoruz. Bizden önce hastalanan kişilerin yaptıklarını görüyoruz. Sonuç istediğiniz sonuç ise yapmanızda sakınca yok. Eğer sonuca razı iseniz zaten yapacak bir şey yoktur. Fakat sonuca razı değilseniz, yapılanlar sizi tatmin etmiyorsa ve gerçek çözüm peşindeyseniz, yapılacak pek çok şey olduğunu bilmenizde fayda var.

Geçmişin bilgeliği ve bakış açısını teknolojik gelişim ile beraber uygulayabilirsek arzu ettiğimiz sonuca ulaşabiliriz. Bilinen cehenneme razı olmak yerine başka alternatifleri değerlendirmenin daha akıllıca olduğunu düşünenlerdenseniz; kazanma olasılığınız artıyor demektir. Zira eski yöntemlerin ne sonuç vereceği ortada…

Aslında pek çoğu yıllardır uygulanan ve sonuçları ispat edilmiş yöntemlere ilaveten, özellikle quantum fiziğinin ön plana geçmesi ve biorezonansın anlaşılması ile tedaviyi destekleyen farklı yöntemler de devreye girmiştir.

Ozonterapi major

Ozonterapi minor

Ozon sauna

Ozon rektal ve diğer ozon uygulamaları

Elektromanyetik alan tedavisi

Andulasyon terapi

Detoks

Cellcom

Radionik

Çakra tedavi

Alpa-sync

İnfrared tedavi

Globulie yapımı

Telomeraz tedavisi

3 Kasım 2016

Sağlığın değerini en çok kimler bilebilir? Herkes demek isterdim ama ne yazık ki her konuda olduğu gibi bir şeyin değerini ona sahip olmayanlar veya sahip olduklarını sanırken kaybedenler anlar. Bu günlük hayatımızda sevdiklerimiz için de geçerli değil midir?

Hastalıklardan korunmanın daha akıllıca olduğuna inananlardansanız; tam yerindesiniz. Hastalandıktan sonra iyileşmeye çalışmak zaman, emek ve para kaybına yol açacağı gibi hayatımızın kalitesinin düşmesine de yol açar. Oysa hastalanmadan hastalanmamak için uğraşmak birçok insan için başlangıçta zaman, para ve emek kaybı gibi değerlendirilmesine rağmen hesap edildiği zaman her bakımdan daha kazançlı olacağı aşikardır. Tabii burada en önemli konu kişinin kendi hayat standartlarıdır.

Hangi konuda danışmanlık alacaksanız; kişinin o konuda gerçekten başarmış bir insan olması gerekmektedir. Eğer kişinin kendisi kendine fayda sağlayamıyorsa başkasına ne fayda verebilir?

Hastalanmamak istiyorsanız veya hastalanmışsanız; önünüzde duran seçeneklerden hangisinin sizin için uygun ve daha iyi olacağına karar veremiyorsanız danışma almanız gerekir.

Hastalanıp iyileştikten sonra ne yapacağınıza nasıl bir yol çizeceğinize karar veremiyorsanız da size doğru yol gösteren ve olaya tek yönlü değil, holistik bakış açısına sahip bir danışma almanız gerekir.

Beslenmenizden, günlük aktivitelerinize kadar bir çok konuda yapacaklarınızın doğru olması hastalanmamak için en önemli parametrelerdir.

Sağlıklı yaşam sizin de hakkınız…