Aramak istediğiniz kelimeyi yazınız..
Ara ..

Kategori: Bilgi Bankası

3 Kasım 2016

Manyetik alanların varlığının anlaşılması ancak eksikliği fark edildiği zaman mümkün olmuştur. Uzaydan döndükten sonra astronotlarda uzun süre devam eden yorgunluk, adale ağrısı, baş ağrısı ve baş dönmelerinin nedeni araştırıldığında dünyanın manyetik alanının eksikliğinden kaynaklandığı fark edilmiştir.

Canlı maddelerin zayıf ya da güçlü manyetik özelliği mevcuttur. Dolayısıyla tüm canlıların içinde ve dışında yüksek ya da düşük enerjili birer manyetik alan mevcuttur. İnsan vücudundaki manyetik alan biyoelektrik yüklerinin hareketinden meydana gelir. Biyoelektrik oluşan herhangi bir bölgede mutlaka manyetik alan vardır. Dolayısıyla kalp, adale, sinir ve beyin gibi organlar belli bir manyetik alana sahiptir. İnsanı oluşturan dokuların birbiriyle haberleşmek için kullandıkları manyetik alanın sinyalleri birbiriyle uyum içindedir. Bu sinyaller dünya manyetik alanı ile de uyum içindedir.

İnsan vücudunun dünyanın manyetik alanı ile olan dengesi çok önemlidir. İnsanın kendi iç manyetik alanı ile dünyanın oluşturduğu manyetik alan arasındaki uyumluluk çeşitli nedenlerden dolayı bozulabilmektedir.

Elektrosmog adı verilen teknolojinin beraberinde getirdiği elektromanyetik kirlenme, insan sağlığını tehdit eden ciddi unsurlardan birisidir. Haberleşme frekansları ve elektrik güç taşımalarından gelen sinyallerle çevre kirlenir.

Yüksek gerilim hatlarından cep telefonu dalgalarına, radyo ve TV dalgalarından ev ve iş yerlerindeki bilgisayar, mikrodalga fırın ve elektrikli diğer eşyaların yaydığı elektromanyetik dalgalara kadar maruz kalınan elektromanyetik kirlilik sosyal yaşam ortamında hemen hemen her yerde sağlıksız bir atmosfer oluşturmaktadır.

İnsan vücudunun manyetik alanla olan dengesini bozan etkenlerden biri de kimyasal kirleticilerdir. Toksik madde ve radyasyon gibi kirleticilerden gelen sinyaller canlının elektromanyetik dengesini bozmaktadır. Diğer bir neden de insanın yaşadığı yerin manyetik alanının büyüklüğüdür. Yer kabuğunun doğal bir manyetik alanı vardır. Bir başka etken ise uzaydan ve güneşten gelen kozmik ışınlardır.

Bütün bu sebepler tek başına veya birlikte, vücudumuzun elektromanyetik alanını bozarlar ve hastalıkların başlaması için uygun zemini yaratırlar. Ayrıca vücudun kendini tamir etme kapasitesi kötü yönde etkilendiği için hastalıkların iyileşme şansı azalır. Sonuçta hastalıklar ortaya çıkar.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

İnsanoğlu doğar, büyür ve ölür… Ölmeyen tek şey enerjidir.

İnsanda fizik beden dışında enerji bedeni de mevcuttur. Gerek fiziksel bedenimiz gerekse enerji bedenimiz birbiriyle etkili bir iletişim içindedir. Varlığımız somut olarak bedenimizi, soyut olarak ise enerjimizi içerir. Fiziksel bedenimiz gözümüzle gördüğümüz, elimizle dokunduğumuz parçamızdır. Enerji bedenimiz ise ancak ruhsal yönden gelişmiş olan insanların görebileceği, elimizde tutamadığımız, bedenimizdir. Her iki beden bir ayna gibi sağlığı ve hastalığı birbirlerine yansıtırlar.

Enerji beden ve fizik beden birbiri ile paralel ama bildiğimiz zamanda eş zamanlı olmayan bir şekilde, bir bütün halinde birlikte hareket ederler.

Ruh–Beden-Zihin Üçgeni

Bir insanın tam anlamıyla sağlıklı olduğundan söz edebilmemiz için Vücut(Fiziksel Beden), Ruh (Enerji Bedeni) ve Zihin (Düşüncelerimiz) sağlığının yerinde olması gerekmektedir. Bir tanesi bozulunca diğerlerine de etki yapar ve genel sağlık bozulur.

AURA NEDİR?

İnsanların vücudunu çevreleyen elektromanyetik alana Aura denir. Auramız aynı zamanda vücudun çevresini sarmış bir kalkan görevi yapar. Eğer sağlam ve güçlü bir auramız varsa bize dışarıdan bir hastalığın ya da negatif etkinin gelmesi düşünülemez. Ancak auramız zayıflamış veya yırtılmışsa negatif enerjilere ve hastalıklara çok daha açık hale geliriz. O halde, Auramızın güçlü ve sağlıklı olması fiziksel sağlığımız açısından çok önemlidir diyebiliriz. Bunun yanı sıra ruhsal, zihinsel ve duygusal sağlığımız açısından da auramızın sağlıklı ve güçlü olması gerekmektedir.

Eğer doğru insan ve fırsatları hayatımıza çekmek istiyorsak, pozitif enerji ve sevgiyle dolu olarak auramızın parlak ve sağlıklı olması gerekir. Maalesef, hayatta ilerlerken negatif enerjileri auramızda toplarız. Kızgınlık, üzgünlük ve nefret gibi düşünce formundaki negatif enerjiler auramıza yerleşerek, bütün enerjimizi düşürür ve insanları kendimizden uzaklaştırmamıza sebep olur. Aurayı düzenli olarak temizleyip, hem ruhumuzu hem de dünya ile olan bağlantımızı yenilememiz gerekir.

ÇAKRALAR

Bedendeki önemli enerji merkezlerine ÇAKRA adı verilmektedir. Bunların fiziksel boyutta karşılığı hormon salgılayan bezlerdir. 7 adet ÇAKRA yani enerji merkezi vardır ve bunlar omiriliğin alt ucundan başlayıp yukarıya doğru sıralanırlar. Her bir çakranın belirli rengi ve özel fonksiyonları vardır. Çakralarımız doğduğumuzda temiz ve dengededirler. Yaşam boyu edinilen negatifliklerle (kıskançlık, hırs, öfke, ego, stres vb.) evrendeki kozmik enerjiyi bedenimize yeterince alamadığımızda çakraların çalışması bozulur.

Çakraların pozisyonları ve fonksiyonları ile endokrin sistemdeki çeşitli hormonlar birbirleri ile ilişki içindedirler.
Çakralarınızın dengesini koruyarak, sağlığınızı koruyabilirsiniz. Vücudunuzdaki yedi enerji noktasını dengeleyerek, stres, migren ve kaslarınızdaki şikayetler, gerginlikten, sıkıntılarınızdan kurtulabilirsiniz.

Stres, sindirim ve denge

Kök çakra; kan, omurga, sinir sistemi, bacaklar ve kemikleri etkiler. Kırmızı renkle temsil edilen Kök çakra, anüs ve cinsel organlar arasında yer alır. Endokrin sistemde bilinen karşılığı bulunmamakla birlikte, fiziksel bedenin enerji kaynağıdır ve dünyayla olan bağlantımızı simgeler.

Mesane problemleri ve migren
Sakral Pleksus çakrası, cinsel organlarınızı, deri, böbrek ve böbreküstü bezlerini etkiler. Turuncuyla temsil edilen bu çakra, endokrin sistemde yumurtalıklar ve testise denk gelir. Erkeklerde penis ve kadınlarda klitorisin iki parmak üzerindedir.

Kaslardaki gerginlik, sindirim bozuklukları ve karaciğer problemleri

Solar pleksus çakrası, cilt, sindirim organları, mide, pankreas, karaciğer ve endokrin bezleri üzerinde etkilidir. Sarı renkle temsil edilen bu çakra, göbek bölgesinde, göbek deliğinin hemen üzerinde yer alır. Endokrin sistemde böbrek üstü bezlerine denk gelir.

Yüksek tansiyon ve astım

Kalp çakrası, akciğerleri, solunum sistemini, kalbi ve dolaşım sistemini etkiler. Ayrıca bağışıklık sistemi ile lenf bezlerini de kontrol eder. Yeşil renkle temsil edilen bu çakra, göğüs kafesinin ortasında yer alır. Endokrin sistemde timusa denk gelir.

Kilo problemleri, boyun ağrısı, acıyan boğaz ve tiroid bozuklukları

Boğaz Çakrası, omuzları, boğazı, gırtlağı ve tiroid bezini etkiler. Mavi renkle temsil edilen bu çakra, yaklaşık olarak âdem elması denen bölgenin ortasındadır. Endokrin sistemde tiroid bezine denk gelir.

Alın Çakrası, endokrin sistemde Hipofiz bezine,

Taç çakra, endokrin sistemde Pineal beze denk gelir.

Eğer herhangi bir çakranızda blokaj, travma ya da tıkanıklılıklar varsa bunların mutlaka temizlenmesi gerekir. Aksi halde ilgili çakranın etkilediği alanlarda fiziksel, duygusal, zihinsel yada ruhsal sorunlar yaşarsınız.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Glikoz vücudun enerji kaynağıdır. Beyin, kaslar ve diğer organları besleyen bir yakıttır.

Glisemik indeks, sindirim sisteminde karbonhidratların glikoz formuna yıkılma hızını ölçmek için kullanılan tıbbi bir terim olup, gıdadaki glikozun ne kadar hızlı emildiğinin ölçüsüdür. Glikoz için değeri 100 olarak belirlenmiştir ve tüm gıdalar bu sayıya karşı endekslenir. Çabuk sindirilen gıdalar yüksek GI’e sahiptir ve daha yavaş sindirilen besinler daha düşük GI’ya sahiptirler. Bir kaç çay kaşığı sirke ile ve taze meyve ve sebze ekleyerek yemeğin Gİ ‘sini düşürmek mümkündür.

Sofra şekerinin diyabet gelişimine katkıda bulunduğu inancına karşın, şeker orta derecede (55-69) GI’ye sahiptir. Nişasta ve diğer bazı karbonhidratlardan elde edilen eşit miktarda kaloriden daha düşük kan şekeri üretir. Bu nedenle sofra şekeri şeker hastalarında rahatlıkla kullanılabilir.

Glisemik yük, gıdalarda toplam emilebilen glikozun ölçüsüdür.

İnsülin indeksi, gıdalarda glikoz veya nişasta ve bazı aminoasitlerin neden olduğu kan insülin seviyeleri üzerindeki etkilerini temel alınarak yapılan bir sınıflandırma yöntemidir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

– Kronik yorgunluk
– Cinsel sorunlar
– Psikosomatik hastalıklar
– Depresyonlar

– Akne tedavisi,
– Migren, gerilim (stress) tipi başağrıları,
– Yüksek tansiyon,
– Damar sertliği
– Bel ve boyun fıtıkları,
– Her türlü ağrı
– Genel rejenerasyon
– Artozlar ve dejeneratif vertebral rahatsızlıklar
– Nörolojik hastalıklar
– Solunum yolu hastalıkları (örn.bronşial astım)
– Böbrek ve bağırsak rahatsızlıkları
– Kronik enflamatuar rahatsızlıklar
– Osteoporoz ( Kemik erimesi)

KEMİK ERİMESİ

– Romatizmal hastalıklar
– Dolaşım bozuklukları
– Uyku bozuklukları ve stres
– Hormonal bozukluklar (örn. Menopoz)
– Spor yaralanmaları
– Kardiyovasküler hastalıklar
– Kas gerginlikleri
– Baş ağrıları ve migren
– Gecikmiş yara ve kemik kırığı iyileşmeleri
– Felçli hastalarda vücudun maksimum iyilik hali noktasına ulaştırılması
– Unutkanlık
– Kanser

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Endüstriyel işlem ve ürünlerde ağır metal ve zararlı kimyasal kullanımı son yıllarda hızla artmış ve buna bağlı olarak insanlar üzerindeki etkisi de daha tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. İçme suyu, gıdalar, kişisel bakım ürünleri ve ev temizlik ürünlerinde bulunan ağır metaller ve zararlı kimyasallar çevreyi ve ekolojik sistemi bozmaktadır. Sonunda bunlar insan vücuduna girdiğinde toksik etkileri ile insan sağlığını bozmakta, alerjiden, hormonal bozukluk, depresyon ve kansere kadar bir çok ciddi hastalıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Alüminyum, arsenik, kadmiyum, kurşun, civa ve çinko en yaygın ağır metaller olup toplum sağlığını tehdit eden büyük bir güç oluştururlar.

Ağır metaller birikerek etki gösteren maddelerdir ve sonunda insan vücudunda toksik etkiye neden olurlar. Solunum, beslenme ve deri yoluyla insan vücuduna girerek dokularda birikmeye başlarlar. Bu metaller vücuttan uzaklaştırılamaz ise zaman içinde insan sağlığını tehdit eden toksik değere ulaşırlar.

Denekler üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda ağır metallere maruz kalan insanlarda, akciğer kanseri, astım, Alzheimer, beyin dokularında tahribat, böbrek yetersizliği, deri hastalıkları, işitme bozuklukları, kansızlık, kromozom tahribatı, sakat doğumlar, kısırlık, mide ağrıları, obezite, yüksek tansiyon, çeşitli kanserler, ruhsal ve nörolojik davranış bozuklukları ve daha birçok metabolizma sorunu gözlenmiştir.

Balık; küçüklüğümüzden beri duymuşuzdur. Uzmanlar en az haftada bir defa balık yememizi öneriyorlardı. Balıklarda omega 3, fosfor ve iyot, ayrıca bir çok vitamin olduğu söyleniyor. Acaba artık balık içinde bu faydalı maddeler var mı? Peki ağır metaller de var mı? Endüstriyel atıklar denizlerimizi ve okyanusu da kirletmektedir.

Deniz ürünlerinde yapılan araştırmalarda cıva, kadmiyum, krom, kurşun, nikel ve benzeri değişik oranlarda ağır metallere rastlanılmıştır.. Bu durumda sağlıklı olacağınızı düşünerek bol bol balık yerken, vücudunuza ağır metal gireceğini düşünebilirmisiniz?

Temizlik ürünleri; Marketlerde satılan ve evlerimizde kullandığımız ve bol miktarda asit, fosfat, klorür ve adını telaffuz edemediğimiz zararlı kimyasallar içeren temizlik malzemeleri insan sağlığına ve ekolojik dengeye zarar vermektedir. Avrupa ve Amerika’da doğada parçalanması çok zor ve geç olan, bu sebeple ekolojik dengeyi altüst eden kimyasallardan oluşan deterjan ve temizlik malzemelerine karşı savaş açılmış durumda.

Peki, inatçı kirleri bir dokunuşta temizleyen, beyaz tülleri bembeyaz yapan, hatta kötü mikropları anında yok eden bu temizlik malzemelerinin içeriği hakkında bir bilginiz var mı? İnatçı kirleri bir çırpıda temizleyen malzemelerin birer asit olduğunu ve sağlığınızı tehdit ettiğini biliyor musunuz? Temizliğe büyük önem veren bir toplum olduğumuz için deterjan ve temizlik malzemesini bolca tüketiyoruz. Ama bu, bizim çok daha temiz olduğumuz anlamına gelmiyor. Aksine, bu durum ülkemizin ekolojik dengesini daha hızlı bir şekilde bozduğu gibi, gelecek nesilleri daha hastalıklı bir toplum haline getiriyor.

Son 50 yıldaki teknolojik gelişmeler yaşam koşullarını eskisine göre çok kolaylaştırmasına rağmen, çevre kirliliğinde ve insan sağlığında tehlikeli bir tırmanışa sebep olmuştur.

Hepimiz haftada birkaç defa duş alıyor, her gün dişlerimizi fırçalıyor, yemeklerden sonra ellerimizi yıkıyor, cildimizi nemlendiriyoruz. Peki, bu ürünlerle her temasın vücudumuza ciddi zararlar verdiğini biliyor muyuz? Hem de beyin hasarından tutun kansere kadar. Piyasadaki pek çok diş macunu koruyucu olarak formaldehit kullanıyor. Bu kimyasalın kansere yol açtığı Avrupa ve Amerika’da yapılan araştırmalarda defalarca ispatlanmış. Tarımda, hayvancılıkta ve cesetlerin çürümesini engellemek için morglarda bu maddeden faydalanılıyor.

Gelin çevreyi, ekolojik dengeyi ve sağlığımızı tehdit eden temizlik ve kozmetik ürünlerden bazılarını inceleyelim…

Kozmetiklerdeki zararlı kimyasallar;

Özellikle genç yaşta kızlar güzel görünmek amacıyla ucuz kozmetiklere yöneliyorlar. Param yok bahanesinin arkasında beliren çok büyük tehlike fark edilmiyor. Kişisel bakım ürünleri üzerine yapılan bir araştırmaya göre kozmetik ürünleri kullanan bir kadının vücudu her gün 515 farklı kimyasal maddeye maruz kalıyor. Bu kimyasal maddeler alerjiden hormon bozukluğuna, doğurganlık sorunlarından kansere kadar birçok rahatsızlığa neden olabiliyor.

Kozmetik terimi, ilaç haricinde vücuda uygulanan her türlü ürünü kapsar. Ruj, makyaj malzemesi, oje, saç boyası, şampuan, el sabunu, deodorant, güneş kremi ve el losyonları da kozmetik ürünler arasında yer alır. Kozmetik ürünler incelendiğinde içlerinde bir çok kimyasallar olduğu görülmektedir. Bir rujda 28, deodorantta 26 ve saç spreyinde 23 adet kimyasal bulunmaktadır. Çoğumuz bunları her hangi bir endişe duymadan kullanırız. Yapılan bilimsel bir çalışmada orta yaştaki bir erişkinin günde ortalama 9 kozmetik ürün kullandığı ve bunların 126 değişik içeriğe sahip oldukları belirlenmiş. İngiliz kadınlarının her yıl 2.26 kg kozmetik ürünü ağırlıkla deri yoluyla vücutlarına aldıkları tespit edilmiştir. Bunlar arasında yüz kremi ile emilen kanserojen maddeler ve göz farı yoluyla alınan Arsenik de yer almaktadır.

Bütün üreticileri aynı kefeye koymuyoruz. Fırsatçıların yanısıra, gerçekten ciddi, doğayı kirletmeyen, kanserojen ve alerjen olmayan üretim yapan firmalar da mevcuttur. Seçim yaparken dikkatli olmanız gerekir.

Derimiz, vücudumuzun en büyük organıdır. Kimyasalları deri yoluyla almak, onları yutmaktan daha risklidir. Çünkü, ağızdan alındıklarında sindirim sisteminden emilmeleri gerektiği halde, deri yoluyla doğrudan vücuda girmektedirler. Hızla dolaşıma karışan kimyasallar, organlara taşınacak ve belki yıllarca buralarda depolanacaktır. 400 den fazla toksik madde kanda ve yağlı dokuda bulunmuştur.

Günlük kullanılan ürünlerin zararlı etkileri bir süre sonra ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlar arasında gözde sulanma, kızarıklık, deride hassasiyet gibi alerjik reaksiyonlar, kanser, astım ve doğumsal bozukluklar yer alır. Eğer vücutta yıkılıp atılma hızı vücuda alınma hızından daha yavaş ise vücut için son derece toksik nitelik taşıyacaktır. Kimyasal hassasiyet ile açıklanamayan bulgular da görülebilir. Bunlar arasında sersemlik, halsizlik, sinirlilik, konsantrasyon bozuklukları veya hafıza kayıpları yer alabilir.

Şimdi bazı kimyasalları inceleyelim.

Nemlendiriciler içinde bulunan Diethanolamine (DEA) ve triethanolamine (TEA), tek başlarına kanser yapıcı özellik göstermezler. Ancak, nitrit içeren ürünlerle bir araya geldiğinde kanser yapıcı olabilirler.

Formaldehit tırnak cilası, şampuan, sabun ve deri kremlerinde yer alır. Bu yüksek tahriş edici ajan, deriden emildikten sonra alerjik reaksiyonlara, baş ağrısına ve hatta astıma neden olabilir. İçerik listesinde sıklıkla adı “formalin” diye ifade edilir. Japonya ve İsviçre’ de kozmetik amaçlı kullanımı yasaklanmıştır.

Propylene Glycol (PEG), güneş kremleri, ruj ve banyo malzemelerinde yer alır. Endüstride anti-freeze olarak kullanılan maddenin içeriğinde de yer alır. Nemlendirici özelliği nedeniyle ürünlerin kurumasını önlemek amacıyla kullanılır. Ancak karaciğer ve böbrek üzerinde zararlıdır, deri ve gözü tahriş eder. Yüksek miktarda alındığında merkezi sinir sisteminde sorunlara yol açmaktadır. Bunun yerine gliserinli veya sorbitollü ürünler tercih edilebilir.

Sodium Lauryl Sulfate (SLS), banyo köpüklerinde, diş macunlarında, şampuanlarda ve losyonlarda bulunur. Gerçekte bir makina yağıdır. Bu deterjanın beyine, kalbe ve karaciğere kolaylıkla girdiği ve bağışıklık sistemini bozduğu gösterilmiştir. Gözde tahrişe, deride döküntülere ve alerjik reaksiyonlara neden olur.

Talk makyaj ve vücut pudralarında bulunur. İşleme esnasında bir dizi eser minerallerden arındırılırken asbest ile benzer özellikte olan küçük lifler ayrılmaz. Akciğer hastalıkları yapabileceği ve eğer genital bölgede kullanılırsa başta kısırlık olmak üzere üreme bozuklukları yapabileceği bilinmektedir. Yumurtalık kanseri ile ilişkilendirilmiştir.

Mineral yağ, makyaj temizleme solüsyonları ruj ve losyonlarda yer alır. Petrol türevi olan bu madde gözeneklerin tıkanmasından kansere kadar birçok durum ile ilişkilendirilir. Yoğunluğu, derinin nefes almasını engeller.

Methyl Methacrylate tırnak bakım ürünlerinde bulunur. Mantar enfeksiyonlarına ve tırnakta deformitelere neden olur. Uzun süreli maruz kalmalarda, göz, deri ve akciğerleri tahriş edici eder, böbrek ve karaciğer fonksiyonlarını bozar ve üreme problemlerine yol açar.

Fitalatlar tırnak cilası, saç spreyi ve losyonlar içinde bulunur ve kremsi, ipeksi dokuyu sağlarken plastiğe de esnekliği kazandırır. Bazı fitalatların kanserojen olduğu, karaciğer, akciğer ve üreme organları üzerinde zararlı etkilerinin olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. Aynı zamanda doğmamış erkek çocuklarının cinsiyet gelişiminde de olumsuz etkileri vardır. Kozmetiklerde bulunan iki fitalatın (dibutyl ve diethylhexyl), Avrupa Birliği ülkelerinde kullanımı yasaklanmıştır.

Parabenler raf ömrünü uzatıcı olarak kullanılır. Makyaj temizleme losyonlarında bulunur. Kozmetik ürünlerinde propylparaben, methylparaben ve buthylparaben birlikte kullanır. Vücutta östrojeni taklit eden madde olarak bilinir. Hormonal etkileri artıran kimyasal maddelerin kullanılması, özellikle öströjen hormonuyla artan göğüs kanserinin yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Göğüs dokusundaki yoğun yağ oranı, vücuttaki toksik maddelerin burada yoğunlaşmasına ve göğüs kanserinin en yaygın kanser çeşidi olmasına sebep olmaktadır. Erkek üreme fonksiyonlarında da olumsuz yan etkiler vardır.

Triklosan diş macunlarında, sabunlarda, şampuanlarda ve ev temizlik ürünlerinde kullanılır. Bu kimyasal son derece karsinojen olup çok az bir miktarı bile vücuda alındığında soğuk terlemeler ve dolaşım sorunları gelişebilir.

Alüminyum deodorantlarda yer alır. Meme kanseri gelişimine neden olabilir.

Phenylenediamine saç boyalarında bulunur. Karsinojen olabilir.

Şimdi de günlük hayatta sık kullandığımız bazı ürünleri inceleyelim.

Diş Macunları; Doğal maddelerle üretilmeyen diş macunlarında SLS, formaldehit gibi maddeler vücuda zarar verir. Çocuklara özel satılan diş macunlarında florür oranı yetişkinlerinkine oranla daha yüksek olduğu için çocuklar florürden daha çok etkilenirler.

Diş macunlarında sık kullanılan SLS şeklinde kısaltılmış sodium lauryl sulfate veya sodium lauryl ether sulfate (SLES), cilt tahribatına, gözlerde kalıcı zarara ve mide ülserine yol açabilmektedir. Genelde sanayilerde boru hattını temizlemek için tercih edilirken sıvı bulaşık deterjanı ve yüzey temizleyicilerinin de aktif maddesidir. Yine bazı macunlarda koruyucu diye kullanılan paraben (methylparaben, ethylparaben, buthylparaben ya da benzylparaben bunlara örnektir) göğüs tümörü yaptığı için bazı Avrupa ülkelerinde yasaklanmıştır.

Temizlik ürünlerindeki kimyasallar

Çamaşır suyu; Amonyaklı veya asidik (tuz ruhu, kireç çözücü gibi) temizlik maddeleriyle karıştırılması zehirli gazların (klor gazı ve klor aminlerin) açığa çıkmasını sağlar ve insanları nefes alamaz hâle getirir. Bu tür zararlı maddelerin aşırı teneffüs edilmesi solunum yolları ve akciğerde tahribata yol açar.

Bulaşık deterjanları; Çoğunda yüksek düzeyde fosfat ve klor bulunur. Solunum zorluğu, göz yanması, yorgunluk ve baş ağrısı gibi belirtilere yol açabilir. Ana maddeleri de petrol kaynaklıdır ve içlerinde çeşitli kimyasal katkı maddeleri, sentetik esanslar, kokular ve renklendiriciler bulunur.

Çamaşır deterjanları; Doğal ortamda ayrıştırılıp geri kazanılmayan malzemeler; fenol, amonyak, naftalin ve diğer zararlı kimyasal maddeleri içerirler. Çamaşır ve bulaşık deterjanlarının performansını artırmak ve suya yumuşaklık vermek için kullanılan fosfat çevre ve insan sağlığına çok zarar vermektedir.

Ağartıcılar; İçlerinde sodyum peroksit, sodyum perborat veya sodyum hipoklorit gibi maddeler bulunur ve hepsinin irritan etkileri vardır. Deride ve gözde irritasyona, ağız ve yemek borusunda yanıklara neden olurlar.

Bulaşık makinesi parlatıcıları: Sitrik asit ve beraberinde koku maddeleri içeren pH’sı 2,5 olan irritan maddeler bulunur. Baş ağrısı, burun akıntısı, öksürük, nefes darlığı ve göğüs ağrısına neden olurlar.

Lavabo ve tuvalet açıcıları; Ana maddesi, cildi eritip geçebilecek özellikte aşındırıcı bir madde olan asittir. Yanlışlıkla yutulursa iç dokuları yakarak özafagus, mide ve bağırsak sistemine zarar verir.

Mobilya cilaları; Bu cilalarda kullanılan fenol deriye temas ederse, şişme, soyulma, yanmaya neden olup kurdeşen ya da sivilceler oluşturabilir. Dahili olarak çok az miktarda bile alınması dolaşım sisteminin çökmesine, çırpınma, soğuk ter, koma ve ölüme neden olur.

Mobilya ve yer cilalarında sık sık karşılaşılan diğer kimyasallar ise nitrobenzen (çok zehirli), akrilonitril, amonyak, deterjanlar, yapay kokular, nafta ve damıtılmış petrol ürünleridir.

Cam ve ayna temizleyiciler; Çoğu su, amonyak ve biraz mavi boya karışımından başka bir şey değildir. Amonyak içeren cam temizleyicileri fazlasıyla tahriş edici gazlar yayar ve kazara göze püskürtülürse zararlı olabilir.

Halı temzileme şampuanları; Birçoğunun aktif maddesi, genellikle leke çıkarıcı olarak da kullanılan bir çözücü olan perkloretilen’dir. Bu madde kanserojen olarak bilinir ve hemen görülebilen etkileri sersemleme, baş dönmesi, uyku hali, mide bulantısı, titreme, iştah ve oryantasyon kaybı olabilir. Uzun dönemli maruz kalma sonucu karaciğer ya da merkezi sinir sistemi zarar görebilir. Yine insanlar için kanserojen etkilerinden şüphelenilen naftalin, etanol, amonyak ve deterjanlar bulunabilir

Küf temizleyiciler; Deriyle teması ve solunması durumunda zararlı, yutulması durumunda ise ölümcül bile olabilecek fenol, kerosen, pentaklorofenol gibi kimyasallar ve pestisitler bulunur. Bu ürünlerde göz, boğaz, deri ve ciğerler için tahriş edici olan ve insanlarda kanser yapıcı etkilerinden şüphelenilen formaldehit de bulunabilir.

Koku Gidericiler; Oda deodorantlarının çoğu hiçbir şekilde havadaki kötü kokuları yok etmezler. Bazıları rahatsız edici kokuları, hoş kokularla örtmeye çalışır, bazıları da burun yollarını yağlı bir tabakayla kaplayıp koku alma duyumuzu engelleyen bir kimyasal yayarlar. Oda deodoratlarında bulunan kimyasal maddelerden bazıları naftalin, fenol, kresol, etanol, ksilen ve formaldehit’tir.

Aerosoller; Amonyak, sentetik koku maddeleri ve diğer zehirli maddeleri içerirler. Yeni nesil itici gazların içerdikleri bütan, izobütan ve propan gazları kalp, merkezi sinir sistemi ve akciğerler için zararlıdırlar. Kötü kokuları maskelemek için aerosollerde kullanılan maddeler burundaki geçitleri kaplayarak ve sinirleri işlevsiz kılarak koku hissini zayıflatırlar.

Ağır metaller, gıdalardaki katkı maddeleri, hormonlar, böcek ilaçları, vb ile tepeden tırnağa toksisiteye maruz kalıyoruz. Peki çaresiz miyiz?

Kesinlikle HAYIR.

Öncelikle bilinçli bir birey olarak hayatınızda toksisiteye neden olabilecek bütün ürünleri çıkartacak ve yerlerine doğal ve organik, çevreye zarar vermeyen ürünleri kullanacaksınız. Fakat bunlar daha önce kullandığınız zararlı ürünlerin etkilerini yok etmeyecektir. Sadece yeni hasarların oluşmasını engelleyecektir. Ucuz mal deyip zararlı maddeleri içeren ürünleri tüketmek insanın kendi vücuduna zarar verecek ve sağlığı geri kazanmak için ço kdaha fazla para harcanan bir dönem gelecektir. Daha sonra da gerçek bir DETOKS yaptırmalısınız. Bu konuda uzman bir hekimin gözetiminde yaptıracağınız DETOKS vücudunuzdaki toksinleri uzaklaştıracaktır.

SİZİN SAĞLIĞINIZ! SİZİN KARARINIZ!

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Peter Ferreira biyofizikçidir ve Institute of Biophysical Research (Biyofiziksel Araştırmalar Enstitüsü) adlı bir Amerikan Araştırma Enstitüsünde yönetici olarak çalışmaktadır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlardaki canlılığı araştırmaktadırlar. Onları ilgilendiren şey madde değil, saf enerjidir. Su uzun zamandır artık H2O olarak, tuz da NaCl olarak tanımlanmamaktadır. Gerçekten bunların arkasında daha fazla şeyler vardır.

Su ve tuzu seçmemizin nedeni bedenimizin önemli oranda su ve tuzdan oluşmasıdır.

Öncelikle biyofiziğe kısa bir giriş yapmak istiyorum. Konunun sadece su ve tuz olmadığını, bilgi (enformasyon) ve şuurluluk olduğunu çok hızlı bir şekilde anlayacaksınız. Bütün düşünceleriniz ve bunların kaynağı su ve tuza bağlıdır. Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha şuurlu olmak için belirli bir suyu içmeniz veya tuzu yemeniz söz konusudur. Çünkü şuurlu olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

Biyofizik fiziğin bölümlerindendir. Fiziğe tam olarak baktığımızda, fiziğin doğa bilimi olmadığını görürüz. Çünkü, fizik ilk etapta mekanikle ilgilidir. Tekerleğin mekaniği, daire üzerindeki tekerlek ve daireye aynı sonuca ulaşmak için sonsuz tekrarlanabilirlik için ihtiyaç duyarız. Eğer aynı deneyi 100 defa yaparsak ve aynı sonuca ulaşırsak, o zaman bilimsel olarak “Bu objektiftir, bu bilimsel olarak ispatlanabilir” deriz. Bu ölü şeylerde çok iyi fonksiyon görmektedir, peki ya canlılarda? Doğada daire olan hiçbir şey tanımıyoruz, her şey spiraldir, yani aynı noktaya tekrar geri geliriz, fakat yine de bambaşka bir düzlemde.

Ortalama olarak 40.000 farklı hastalık tanıyoruz. Bunlar için 58.000 farklı allopatik ilacımız var ve bütün bu 40.000 farklı hastalıkla uğraşan yaklaşık 1.200 farklı tıp alanı var. Biyofizikte “Hastalık” kelimesini biz enerjideki bir açıklık, eksiklik olarak tanımlıyoruz. Burada eksik bir şeyler vardır ve eğer bunun nedenlerine inersek, o zaman semptomlar kendiliklerinden ortadan kalkacaklardır. Çünkü eğer allopatik ilaçlarla sadece semptomları tedavi edersek, o zaman semptomu bastırmış ve sonuç olarak bir şeyleri bloke etmiş oluruz.

Hastalıklarla mücadele etmek yerine onları tanımalıyız, çünkü hastalık çok iyi bir arkadaş olabilir. Çünkü hastalık bize bir şeyler söylemeye çalışır, bizi farklı bir yöne sevk etmek için bizi değiştirir. Eğer bunu sadece bloke eder ve bastırırsak,( çünkü bu daha rahat bir yoldur,) o zaman bu aynen arabanızla tatile giderken, bir süre sonra kırmızı uyarı lambanız yandığında ( çünkü motorda yağ kalmamıştır, bu sizi rahatsız ettiği için de lambanızın üzerine sakız yapıştırıp kapatmanıza benzer ) en geç birkaç kilometre sonra motoru yakarsınız ve bütün arabayı bozarsınız. Bedenimizi de bu şekilde görmeliyiz. Son yıllarda çok fazla kimyasal olarak yönlendirildik. Endüstrileştik ve kimyasallaştık. Yemek yerken neye dikkat ediyorsunuz? Vitaminlere, minerallere, diğer elementlere, içinde ne kadar enzim olduğuna, hangi albümin yapılarının ve benzerlerinin olduğuna ve sonuçta bunlar sadece kimyanın konusudur.

“Yaşamsal gıda” kelimeleriyle başlayalım. “Yaşamsal gıda” demek, yaşam aracı demektir, yaşamın kendisini ortaya koymaz, onun sağlayıcısıdır. Fakat eğer biz aracı olunacak bir şey kalmayacak şekilde işlemlerle bütünlüğünü bozarsak, o zaman yaşamsal gıdadan da söz edemeyiz, o zaman buna “ölümcül gıda” demeliyiz. Bu bizim maddeci düşüncemizden dolayıdır, çünkü her şeyi maddeyle ilişkilendiririz, yani kimya ile. Kimyanın maddeyi saptamasına, fiziğin ise, değiştirmesine rağmen.

Burada söz konusu olan enerjidir ve enerji, bilgiden (enformasyon) başka bir şey değildir ve biz fiziksel açıdan biliyoruz ki, enerji asla yok edilemez. Eğer enerji, yaşamla özdeşleştirilirse, o zaman bu yaşamın yok edilemeyeceği anlamına gelmektedir. Burada yaşamın amacını da düşünmeye başlamak zorundayız. Prensipte hepimiz kendimizi gerçekleştirmek, şuurumuzu genişletmek için buradayız. Burada gerçek doğa bilimine, yani matematiğe geliyoruz. Bunun adı neden “Matematik”tir. “Ma” madde, “te” tanrısal, “mati” ruhsallık. Bu mükemmel bir üçgen ortaya koymaktadır. Bu matematik, henüz bilim tanrısal öğretiden ayrılmadığı zaman ortaya çıkmıştır (oluşmuştur). Eğer enerjiyi hayat ile özdeşleştirirsek, ki öyledir; o zaman bu, hayatı da yok edemeyeceğimiz anlamına gelir. Bu üçlü birlik, oluşuma kadar geri gitmektedir ve matematiğin bu üçlü birliği polarize olmak, maddeleşmek için yakaladığı yer, hepimizin bildiği gibi her şeyin başlangıcı olduğu yerdir. Ve yaşamın amacı, bu birliğe geri dönmektir.

Bu yol için enerjiye ihtiyacımız vardır. Herkesin bedeninde 100 Watt’lık bir lambayı yakacak kadar çok akım, elektrik vardır. Biz bu elektrikle ilgilenmekteyiz. 1984 yılında İsviçreli Atom Fizikçisi Dr. Carlos Rieball, matematiksel olarak hesaplanabilen Naturhoustaute `yi (doğal sabite oranını) keşfederek Nobel Ödülü almıştır ki, biz bununla enerji ve madde arasındaki ilişkiyi matematiksel olarak hesaplayabilmekteyiz. Yani herhangi bir şeyin maddeleşebilmesi için ne kadar enerjiye ihtiyacı vardır? Madde titreşen enerjiden başka bir şey değildir. Bu enerji kendisini o kadar çok yavaşlatmıştır ki, maddeleşmiştir. Ancak eğer en derindeki çekirdeğe atoma ulaşabilseydik, o zaman dokunulacak hiçbir şeyin olmadığını, her bir hareketin mevcut olduğunu saptardık.

Her şey her an hareket halindedir, bu mantıkla enerji kendini hareket ettirmektedir ve maddeleşmesini sağlamaktadır. Bunun için doğal bir oran vardır, bu yaklaşık olarak 1:1 Milyardır. Buradaki 1 Milyar ölçülebilir enerjinin sadece tek bir birimi, maddeyi maddeleştirebilmek için bulunur. Şimdi bu ne demektir? Bu insanların aslında sadece gerçeğin bir milyarda biri ile uğraştığı anlamına gelmektedir, yani sadece dokunabildiğimizle. Bizler kalite yerine sadece miktarla uğraşıyoruz. Bu şekilde her şeyde canlılığa dikkat etmeyi unutuyoruz. Örneğin henüz yeni bir yavru dünyaya getirmiş ineğin sütünü ele alalım. Sütü alalım ve pastörize edelim ki dayanıklı olsun ve 2 saat sonra bu pastörize edilmiş sütü yavru ineğe içirelim. Bunu yapmadan önce tabii ki sütü biyokimyagerlere inceletelim. Bu pastörize işlemi ile hiçbir şey kaybetmediğimizi saptarız, aynı miktarda kalsiyum ve aynı miktarda albümin vardır içinde ve bu nedenle de ambalaj üzerine her zaman bu yazılır. Şimdi eğer bu inek yavrusu bundan içerse, o zaman bu yavru ilginç bir şekilde 21 gün içinde ölmüş olacaktır. Bu nasıl olur? Her şey içinde, kimyasal-analitik olarak hiçbir şey değişmedi. Peki değişen ne ? Sütü pastörize ederek, canlılığını aldık, sütteki molekül yapısını bozduk, sütün geometrisini bozduk. Maddesel olarak baktığımızda sütte her ne kadar hiçbir şey eksik olmasa da, bizim `’yaşamsal gıda `’dediğimiz ayırıcı özellik eksiktir, artık o `yaşamsal gıda` değildir. Kendimize ne kadar yaşamsal gıda aldığımızı sormamız gerekir ve eğer miktara dikkat etmektense kaliteye dikkat ederseniz, organizmanın ne kadar az gıdaya ihtiyacı olduğunu saptarsınız Amerika`da `junk-food sendromu` vardır, burada insanlar bir masaya oturmak için bile kendilerine zaman ayırmazlar, ya arabada oturarak ya da bir Mc Donalds’dan diğerine giderek yemek yerler ve bu şekilde günden güne şişmanladıkça şişmanlarlar. Her iki saatte bir aynı açlık duygusu oluşur, çünkü beden alması gerekeni almamıştır.

Eğer biz canlılık almazsak, evrim almazsak, o zaman beynimiz haberci maddeler salgılar. Bu haberci maddeler, bizim gıda almamız gerektiğini bize hatırlatırlar. Aldığımız gıdada canlılık eksikse, o zaman en geç besin değişiminden sonra yine acıkırsınız. Şimdi enerji bile almadınız, tam tersine enerji çaldınız. Çünkü ölü gıdayı hazmetmeniz için ölçülebilir enerjiye ihtiyacınız vardır. Bir de bunları hazmetmeniz için şöyle bir uzanmalısınız, aynı aslanlar gibi, çünkü ayağa kalkmak için artık enerjiniz kalmamıştır. Sadece bir elma yeseydiniz, o zaman ayık olurdunuz, canlı olurdunuz.

Berchtesgaden’de (Almanya’da) böyle bir maden ocağı mevcut, buna tıpta Spelyoterapi diyoruz. Buraya çeşitli alerjileri, astımları olan hastalar iyileşmeye gönderiliyor. Böyle bir tuz madeninde tuzların iyonal etkilerinden dolayı tertemiz bir hava mevcut, havada hiçbir toz zerreciği yok. Bunun yanı sıra şifayı gerçekleştiren başka etkenler de mevcut. Örn. Velicka’da yerin 226 m altında bir tuz madeninin içinde gerçek bir hastane kurulu. Buraya yılda yaklaşık 3000 hasta gelmekte ve %97’si iyileşip çıkmaktalar.

Bu kadar derinlerde yerin altında milyonlarca tonluk tuzun altında muazzam jeomanyetik frekans desenleri yayınlanıyor. Bunlar da hastaların bedenleri üzerinde rezonans yaparak etki yapıyor. Biz deney olarak farklı hastalıklara sahip kişileri madene götürdük. Örn. ciğerlerinde rahatsızlığı olan bir hastanın 2,5 saat sonra ciğer değerleri tamamen normale dönmüş ve 2 saat boyunca da bu şekilde kalmıştır. Örn. bu hastalıklı ciğerin frekansı rahatsızlığından dolayı 58 olmuş ve aslında 40 olmalı. Böyle bir durumda bu hastayı günlerce bu madene gönderdiğimizde eninde sonunda maddesi de enerjisine uyum sağlayarak değişecektir ve iyileşecektir. Her şey sadece zamana bağlı.

Fakat herkesin böyle bir madene gitme imkanı olmadığından bu uygulamayı evde `sole’ ile gerçekleştirebiliriz. Bunun için gerçek doğal kristal tuza ihtiyacımız var, buna da jeolojik olarak `Hallith’ diyoruz. Hallith kelimesi de : hall = titreşim, lith = ışık’tan kaynaklanmaktadır. Daha önce de anlatıldığı gibi istediğiniz kadar Ca-tableti yutabilirsiniz, fakat sadece 1 havuç yemiş kadar kalsiyumu bedeninize almamış olursunuz. Demek ki konu miktar değil, hücrelerin alabilme kapasitesiyle ilgili. Hücrelerimizin belli açıklık ölçüleri var, biz buna tıpta semipermiyabilite diyoruz. Ve bu yüzden hücrelere 1/100.000 gr’dan daha küçük olan her şey girebilir, daha büyük olanlar dışarıda kalmak zorunda. Bu yüzden sebze ve meyvelerin içindeki mineraller iyonal olarak bir geometriye sahip olduklarından organik yapılarıyla hücrelerimize girebilir ve asimile edilebilirler. Fakat yapılarını bozduğumuz minerallerin hücrelere girebilme şansları asla olamaz. Bu da mineral ihtiyacımız için kahvaltı tabağımıza çelik bir çiviyi koymaya benzer.

Elementlerin bu şekilde hücrelerin içine girebilme durumlarına koloidal durum denir.

Doğadaki kristal tuzu endüstriyel bir şekilde çıkarma imkanımız yok, çünkü bu kristaller yıllarca basınç altında oluşarak madenlerde damarlar içinde gelişiyor ve bunun için doğada çok bulunan kaya tuzundan 100 kg çıkardığınızda doğal sadece 1 kg kristal tuz elde edebiliyorsunuz. Fiyatının da yüksek olması buna bağlı.

Himalaya’dan gelen böyle yüksek basınç altında oluşmuş olan bir kristal tuza biyofotonemisyon ölçümleri yapıldığında, bu da onun ışık enerjisinin ölçülmesi anlamına geliyor. Başka kristal tuzlarla karşılaştırmada bu tuzun mükemmel kristal yapısından dolayı 100 misli fazla enerji olduğu ortaya çıkıyor. Bu tuzu doğal su ile karıştırdığınızda, kısa bir süre içinde % 26’lık `sole’ dediğimiz bir karışım oluşacaktır, Bu karışımın çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan uzun süre saklanabilir.

Bu `sole’den her gün 1 çay kaşığı dolusu alıp bir bardak doğal su ile birlikte içen 123 hasta üzerinde yapılan kan ve idrar testlerinin sonucu aslında ayrıştırılamayan hayvansal albüminin bile tekrar idrarla dışarıya atılabildiği görülmüştür. Kanınızda tuzdan dolayı oluşan düzen şekilleri bu kadar güçlü ! Kanınız aslında deniz suyu-benzeri bir sıvıdan başka bir şey değil.

Bu `sole’den her gün bir çay kaşığı doğal su ile karışık içtiğinizde 6 dakika içinde elektrolit dengenizi düzeltmiş oluyorsunuz. Burada enteresan olan bedenimizin asit-baz dengesini tuzun sağlıyor olması. Normal koşullarda bedenimizde %70 baz ve % 30 asit olmalı, fakat gıdalarımızın endüstriyelleşmesinden dolayı bu denge %80 asit – % 20 baz’a doğru kaymış durumda. Uzun vadede fazla ekşimeden dolayı, hücrelerimizin strüktürleri de bozulmaya başlıyor. Kanserli hastaların %90’ında kronik ekşime olduğunu ve bu hastaların %98’inin kanlarında hayvansal albümin olduğunu biliyor muydunuz? Kanserin de beslenmesi gerekiyor ve sizin ihtiyacınız olmayanlarla besleniyor. Prensipte bu ana sebeplerden kurtulmaya çalışmalısınız, doğal asit-baz dengenizi korumaya çalışın. Bunun için de doğal tuz gerekli.

Bedenimizde kan dolaşımı sistemimiz olduğu gibi bir de kapalı tuz devir daimi mevcut. Gıda aldığınızda kanınızdaki tüm tuzlar uyarılır ve sindirme işlemi için yardımcı olurlar.

Yemeği ağzınıza aldığınız anda kanınızdaki tuz midenizin hücrelerine doğru yönlendirilir, orada ayrıştırılır, yani iyonize olur, klor iyonu bedeninizdeki suya gider onun sadece hidrojenini alır ve hidroklorürü oluşturur. Bu hidroklorür sayesinde biraz önce yediğiniz yemekler parçalanır, fakat hazmedilemez. Bu işlem tuzdan ayrıştırılan sodyumun karbondioksit ile sodyum bikarbonat oluşmasıyla gerçekleşir. Daha önce yediğinizi asitlerle parçaladıktan sonra bu bazlı bileşim hazmettirmeye yarıyor.. Bütün bu işlem bittikten sonra tuz tekrar kanınıza geri dönüyor ve böylece sizin asit-baz dengenizin korunmasını sağlıyor.

Midenizde zaman zaman ekşime hissettiğinizde bir bikarbonat hapı aldığınızda, aslında hidroklorür üretimini teşvik etmiş olduğunuzun farkında değilsiniz. Bedeninize kendi muhteviyatında ne varsa onu vermelisiniz, böylece kendi kendini nötralize edebilecektir. Bu `sole’ sayesinde bedeninizden atıkların çıkması sağlanacaktır. Örneğin et yediğinizde, bedeninizde çürümek zorunda. Çürüme işleminden sonra atıkları çok hızlı bir şekilde atamayınca kanda yine fazla ekşime oluşuyor. Bu da bağırsaklarda çürüme işlemine sebep oluyor. Böyle bir durumda `sole’ içme kürü uyguladığınızda birkaç gün ishal olacak ve bedeniniz kendi kendini rejenere edecek. Sadece bir çay kaşığı `sole’ ile 6 dakika içinde bedeninizde bulunan 650 çeşit mikrop, bakteri, virüs ve mantar çeşitlerini nötralize edebileceğinizi biliyor muydunuz? Bu da doğal olarak, bedeninizde tekrar strüktür, geometri, koruyucu duvarlar oluştuğu için böyle gerçekleşecektir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Metabolizma her canlıda yaşamın sürdürülmesi sırasında gerçekleşen tüm kimyasal tepkimelerdir. Vücudunuza giren her şey hücrelere ulaşana kadar değişime uğrar. Bu değişimin en uygun şekilde olması gerekir. İşte bu değişim metabolizmadır.

Metabolizmada 2 safha vardır. Katabolizma (yıkım) ve anabolizma (yapım). Daha karmaşık yapıdaki molleküllerden oluşan maddelerin organizmada, daha basit yapılı moleküllere yıkımı süreçlerine metabolizmanın katabolizma süreçleri denilir. Daha basit yapıdaki molleküllerin, daha karmaşık yapıdaki molleküllerin sentezinde kullanılması ise anabolizma tepkimeleridir.

Metabolizma yavaşlaması veya hızlanması diye bir olay yoktur. Sadece katabolizmanın veya anabolizmanın ön plana geçtiği durumlar vardır ve biz farkında olmadan yanlış dua eder gibi yanlışlık yaparak bu sonuca neden olmaktayız.

Vücutta işlemler en az 2 ayrı düzeyde gerçekleşir. Bunlardan biri kimyasal boyuttur. Vücut içine herhangi bir yolla giren her madde değişime uğrar. Ağız yoluyla aldığımız gıdaların içinde ve üzerinde, farkına vardığımız veya varamadığımız her türlü madde, hava yolundan aldığımız nefes ile vücudumuza giren ve göremediğimiz her tür molekül de vücudumuza girdikten sonra bu işlemlerden en az birkaç tanesi tarafından etkilenir. Vücudumuza madde girişinin diğer bir yolu da deridir. Burada önemli olan konu moleküllerin doğal olmasıdır. Eğer moleküller doğal değil ve sentetik ise metabolizma etkilenecektir.

Özellikle son yıllarda zayıflama rejimlerinde hızlı kilo verdirebilmek amacıyla metabolizmayı hızlı çalıştıran bir takım uygulamalara gidilmektedir..

Unutmayınız nasıl ki gereğinden fazla kullanılan bir araç, erken yıpranarak gerçekleşmesi gereken ekonomik ömrünü tamamlayamadan hurdaya atılıyorsa, sizin metabolizmanızın da gereğinden hızlı çalışması sizi erken yaşlanma sürecine sokacaktır.

Arzulanan metabolizmanın hızlı olması veya yavaş olması olmamalıdır. Arzulanan metabolizmanın olması gerektiği gibi olmasıdır.

Yani, optimal hızda ve maksimum verimle. Yani tam bir yanma hali olmalıdır ve atıklar mümkün olduğu kadar az olmalıdır…..

Hedefiniz,

Hızlı zayıflama erken yaşlılık mı?

Yoksa sağlıklı zayıflama , sağlıklı uzun bir ömür mü?

Herkes düşündüklerini bilerek ya da bilmeyerek verdikleri karar ile yaşarlar!!

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

İnsanlar yedikleridir. Ne kadar sağlıklı beslenirseniz; hastalıklardan o kadar korunursunuz. Sağlıklı beslenme planı ile sağlık kazanmak için yapılan beslenme arasında farklar vardır.

Sizler sağlığınızı korumak için yapılan beslenme planını uygularsanız; sağlığınızı kaybetmez ve dolayısı ile sağlık kazanmak için yapılan programa ihtiyacınız kalmaz. Bugüne kadar yanlış belki size göre doğru bir beslenme içindeyseniz; bundan sonra ihtiyacınız olan size uygun programın uygulanması gerekir.

Beslenme programları sadece zayıflama veya kilo alma için uygulanmaz. Şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, hipertansiyon, gut, mide ve bağırsak hastalıkları, şeker düşüklüğü, karaciğer ve safra kesesi hastalıkları, böbrek hastalıkları, meme hastalıkları, akciğer hastalıkları, prostat hastalıkları, over hastalıkları, beyin ve sinir hastalıkları, kalp hastalıkları, ruhsal hastalıklar, çocukta gelişim bozuklukları, kanser hastaları için de beslenme programları gereklidir ve hazırlanır.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Hormon hastalıkları bilimidir. Vücudumuzda organlar ve hücreler arası iletişimi hormonlar sağlar. Buradaki düzensizlikler birçok bozukluğun temelidir.
• İnsülin fazlalığı
• Guatr
• Nodul
• Polikistik over
• Prolaktin yüksekliği
• Addison hastalığı
• Cushing hastalığı
• Kortizon fazlalığı
• Hiperparatiroidi
• Hipoparatiroidi
• İdrara fazla çıkma ile ilgili problemler
• Büyüme bozuklukları
• Hipertiroidi
• Hipotiroidi
• Feokromositoma
• Poliglanduler hastalıklar
• Seksual diferansiasyon bozuklukları
• Hipogonadizm
• Boy uzaması
• Menopoz
• Hirsutizm

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Uzman nefes terapistleriyle doğru nefes almayı öğrenebilirsiniz. Bu sayede yaşlanmayı yavaşlatabilir, bağışıklık sistemini kuvvetlendirebilir, uzun süre bir konuya yoğunlaşabilir, geçmişin kalıplarından ve geleceğin kaygılarından kurtulabilirsiniz. Nefes alışkanlıklarını değiştirerek duygusal alışkanlıklar ve travmaları farkındalıklara dönüştürebilirsiniz.

Nefes Terapileri çeşitleri

1.Transformal Nefes

2.Dönüştürme Nefesi

3. Yoga Nefesi

4. Tam Kapasite Nefesi

5. Evrensel Döngü Nefesi

6. Enerji Çarkları ile Nefes

7. Organlardaki Negatif Birikimi Sağaltım Nefesleri

8. Manevi Arınma Aracı Olarak Nefes

Transformal Nefes Nedir?

Transformal Nefes (TN); nefes sistemindeki blokajlarda açılım sağlayarak, oksijenin vücutta kesintisiz dolaşımını sağlayan en etkili nefes tekniğidir. TN, 30 yılı aşkın süredir Amerika ve Avrupa’da güvenle uygulanmaktadır.

Yapılan araştırmalara göre, insanların %90’ı, nefes alma kapasitelerinin sadece %30’unu kullanıyor. Söz konusu kısıtlı nefes alışkanlıkları ve yaşanan fiziksel-duygusal travmalar, nefes sisteminde blokajlara neden olarak hücre sağlığı için gerekli oksijenin vücuda alınımını ve dolaşımını engelliyor.

Transformal Nefes Tekniği ile nefesimiz açılıp dengelendiğinde, artan oksijen miktarıyla birlikte, bağışıklık sistemimiz de doğal olarak yenileniyor ve güçleniyor. Alınan yeterli oksijen; daha fazla enerji, daha sağlıklı eklemler, daha sağlıklı hücreler ve sonuçta daha sağlıklı bir beden-zihin-ruh hali yaratıyor.

Kandaki oksijen oranı hücre sağlığı ve yenilenmesi için en önemli faktördür. İçlerinde kanserin de yer aldığı 50’ye yakın hastalık anaerobik (oksijensiz) olarak sınıflandırılır. Nefes sisteminin açılması sonrasında oksijen alan hücrelerde anaerobik hastalıklar görülmemekle birlikte, mevcut hastalıkların iyileşmesi de yeterli oksijen sayesinde hızlanmaktadır.

Tekniğin uygulanmasıyla kazanılan derin ve tam diyafram nefesi, fiziksel iyileşmenin yanısıra hücresel hafızamızın tüm seviyelerindeki negatif enerjiyi de temizleyerek zihinsel ve ruhsal bir dönüşüm gerçekleştirir. Yaşam enerjisi (Prana) nefesimizle birlikte bedenimizde akarak bizi engellerin olmadığı özgür bir yaşama ulaştırır.

Transformal Nefesin Kazanımları

Fiziksel anlamda, sınırlı nefes alma modellerinin açılıp düzenlenmesiyle;

•bağışıklık sistemi güçlenir,

•hücre yenilenmesi artar,

•detoksifikasyon hızlanır,

•enerji seviyesi yükselir.

Duygusal ve zihinsel anlamda, bilinçaltındaki negatif enerjiler dönüşerek;

•Stres ortadan kalkar,

•Kişinin kendisini daha rahat ifade edebilmesi sağlanır,

•Hücre hafızasındaki travmalar ve yaşamdan zevk almamızı engelleyen; öfke, korku, suçluluk gibi bastırılmış

duygular temizlenir,

•Sevgi, neşe, rahatlık, huzur ve güven duygusu gelişir.

Spritüel anlamda, daha yüksek bilinç ve farkındalık seviyesine ulaşarak;

•Yüksek benliğimizle bağlantımız güçlenir,

•Birlik bilincimiz gelişip ruhsal bağlantımız kuvvetlenir,

•Yaşamı daha geniş ve derin bir perspektiften algılayabilmemiz sağlanır.

Etkili Olduğu Gözlemlenen Temel Alanlar

•Kanser

•Kalp ve tansiyon hastalıkları

•Astım ve diğer solunum hastalıkları

•Sindirim sistemi sorunları

•Migren ve diğer kronik ağrılar

•Stres ve depresyon

•Bağımlılıklar

•Uykusuzluk, uyku apnesi

•Kısırlık

•Alerji, cilt problemleri

•Adet öncesi sendromu

•Kronik yorgunluklar

Başarılı ve Mutlu Çocuklar

Nefesimizdeki blokajlar, doğum travmaları ile başlayıp çok küçük yaşlardan itibaren nefes alışımızı olumsuz etkiler. Tam kapasite ile kullanılmayan nefes sistemi, beyin fonksiyonları dahil birçok organın sağlıklı bir şekilde çalışmasını engelleyerek, çocukların zihinsel ve bedensel gelişimlerini yavaşlatır.

Çocuklar transformal nefesle ne kadar erken tanışırlarsa, yaşam başarıları ve kaliteleri o kadar çabuk artar. Çocuklarda hiperaktivite, uyum sorunları, dikkat bozukluğu, motivasyon eksikliği, sınav stresi ve aşırı heyecan gibi birçok problemin aşılmasında Transformal Nefes Tekniği uygulanabilmektedir. Nefesi açılıp düzenlenen çocuk, belli bir konu üzerine ilgi oluşturabilmeyi ve dikkatini yoğunlaştırabilmeyi öğrenir. Olaylar karşısında daha olgun hareket edip, sakinliğini koruyabilir. Daha kolay öğrenme, yeniliklere açık olma, olumlu düşünme, yaşamı tanıma ve dengelenme açısından Transformal Nefes yetişkinlerde olduğu gibi çocuklarda da son derece başarılı sonuçlar vermektedir.

Nasıl Uygulanır?

Nefes terapisti, seans süresince kişinin bağlantılı ve derin diyafram nefesi almasını sağlarken, diyaframatik nefesle birlikte; vücut haritası, tonlama, kundalini, olumlama teknikleri gibi destekleyici yöntemler uygular.

Her organizma düzgün bir şekilde çalışabilmek için elektriksel aktiviteye gereksinim duyar. Bu elektrikselliğin üretilebilmesi için, hücrelerdeki sodyum-potasyum pompalarını çalıştırmak amacıyla vücudumuzun kan dolaşımında yeterli oksijene ihtiyacı vardır. Uygulanan diyaframatik nefes çalışması, lenfatik sistemin etkin çalışmasını stimule edilerek, hücrelerin elektrik akımını oluşturabilmesi için gerekli olan oksijeni almasını sağlar ve vücut kendi kendisini iyileştirme sürecini başlatır.

Transformal Nefes fiziksel sürecin yanısıra, enerji bedenimizde de bir hareketlilik yaratır. Bedenimizde hastalılara yol açan düşük frekanslı enerjiler, bağlantılı diyafram nefesinin oluşturduğu yüksek frekanslı enerjiye doğru yükselerek pozitife dönüşür. Düşük enerjinin yol açtığı blokajlar ortadan kalkar ve solunum sistemi açılır.

Transformal Nefes kısıtlı nefes alma modellerini derin ve tam diyafram nefesine dönüştürür. Bu dönüşüm sırasında fiziksel ve ruhsal düzeydeki negatif enerji blokajları çözülerek daha sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir bilinç seviyesine ulaşılır

Posted in Bilgi Bankası