Notice: Trying to get property 'term_id' of non-object in /home2/haksever/domains/nurihaksever.com/public_html/wp-content/themes/clinico/blog.php on line 44
Double Sidebars – Sayfa 9 – Doç. Dr. Nuri Haksever
Aramak istediğiniz kelimeyi yazınız..
Ara ..

Double Sidebars

3 Kasım 2016

Bitki yağları ile tedavi yüzyıllar öncesinde eski Mısır tıbbının temelini oluşturuyordu. Şifalı bitkilerden sağlanan konsantre edilmiş bu esanslar “kokulu yağlar” adını alarak uykusuzluk, stres, depresyon, akne, yanık, leke, ağrı vb. bir çok sorunda bizlere kalıcı çözümler sunabilmektedirler.

Kokular cilt yoluyla emilirler. Böylece uçucu elemanlar kana işler ve merkez sinir kanallarıyla karşılaşırlar. Kullanılan temel yağlar serbest elektronlu organik moleküllerden oluşurlar. Bu elektronlar öbür moleküllerle yararlı bir şekilde harekete geçebilecek durumdadırlar.

Temel yağlar bitkilerin hayati elemanlarıdır. Bunlar köklerden, saplardan, yapraklardan, çiçeklerden, meyvalardan çıkarılır. Yağın miktarı değişir. Yağların bitkilerden çıkarıldıkları kısımlara göre değişik kokuları, bileşimleri vardır. Bitkinin yaşı da bu yağların gücünü etkiler. Hazırlanan karışımların kişinin durumu göz önünde tutularak hazırlanması önemlidir. Karışımın içinde değişik yoğunlukta yağ bulunur. Akıcılık oranlarına göre deriye sızarlar.

Bu sisteme göre kokulu yağlar görüldüğü yerde hücreye işler ve canlandırıcı görevi yaparak vücudun ritmini yeniden sağlar. Vücut ritminin hızlanması kişinin bağışıklık sistemini kuvvetlendirerek genel bir direnç yaratmaktadır. Antiseptik özellikteki kokulu yağlar ile yapılan tedavilerde yara, yanık, akne, egzama vb. sorunlarda yaraların kısa sürede tamamen iyileştiği bilinmektedir. Bununla birlikte üst solunum yolları enfeksiyonların da soluma ve sürme yoluyla nefes alıp vermede rahatlık sağlanmaktadır.

Günümüzde ise bitkisel yağlar en çok rahatlatıcı, stres, uykusuzluk için ve ağrı giderici, dolaşımı hızlandırıcı masajlarda kişiye özel hazırlanmış karışımlarla kullanılmaktadır.

Özellikle kokunun ruhsal olarak kişiye sağladığı rahatlık sayesinde stresin, uykusuzluk sorununun büyük ölçüde düzene girdiği gözlemlenmektedir.

Kokulu yağların uygulandıkları ısı derecesi önemlidir. Çoğu zaman bunların cilt ısısında olmaları gerekir. İlk masajdan sonra yağların içeri işlemesi için sıcak, ıslak kompres yapılır.

Kokulu yağlar oldukça yoğun olduğu için mutlaka sulandırılmalıdır. Aksi halde vücutta alerjik bir etkiye neden olabilirler. Bu yağları masajda kullanabilmemiz için bademyağı, soyayağı, zeytinyağı gibi taşıyıcı yağlarla seyreltmeniz gerekir. Karışımları ve kokulu masaj yağlarını serin ve karanlık bir yerde hava geçirmeyen şişelerde muhafaza etmenizde yarar vardır.

İmal (üretme) metotları:
Eter yağına yağ denmesine rağmen diğer yağlara benzemez. Örneğin ayçiçeği yağı, zeytinyağı veya badem yağı gibi yağlar sabit yağlardır. Oysa eter yağı yüksek kaliteli uçucu yağlardır. Eter yağı suda çözülmez veya çok kötü karışırken, sabit yağlar ve alkolle çok güzel karışır.

Eter yağı aromalı bitkilerin genellikle belli bölgelerinde: yaprak, çiçek, kabuk, gövde, kok veya reçinesinde yoğunlaşırlar. Bazı bitkilerden ise aynı anda daha fazla ve farklı eter yağı elde edilebilir. Örneğin portakalın çiçek, yaprak ve meyve kabuğundan üç farklı eter yağı kazanılır.

Destilasyon:
Destilasyon çok yaygın olarak kullanılan bir metottur. İnce kıyılan aromalı bitki drogu içi damıtılmış suyla dolu olan destilasyon balonuna konur ve alttan ısıtılınca bitkinin birleşimindeki eter yağı çözülerek gaz haline gelir. Gaz haline gelen eter yağı etrafında soğuk su akıntısı olan bir borudan (kondensör) geçirilince tekrar sıvılaşır ve özel bir balonda (cam balon) toplanan eter yağı elde edilir. Su buharı ile damıtılmada aşırı sıcak ve yüksek basınç eter yağının kalitesini düşürür.

Yağda bekletme (Enfleurage):
Bu metod destilasyondan çok farklıdır. Burada çok narin olan çiçeklerinden eter yağı elde etmek için bu metod kullanılır. Cam üzerine yayılan tereyağı üzerine bir sıra çiçek dizilir ve onun üstüne tekrar tereyağı yayılır ve üzerine çiçek dizilir ve buna 5-6 kat oluncaya kadar devam edilir. Bitki çiçeğine göre bu 1-4 hafta bekletildikten sonra destilasyonu yapılır. Bu metotla elde edilen eter yağı en kaliteli olandır, fakat bu metot çok pahalı olduğundan pek kullanılmaz.

Solvenle (eriten, çözücü) eter yağı elde etme:
Solvenle eter yağı elde etme çok ucuz ve çok basit bir yöntemdir. Eter yağı içeren bitki drogları ince kıyıldıktan sonra içi solvenle dolu cam balona konur ve destilasyonu yapılır. Solvenler genellikle heksan veya petrol eter gibi zehirli kimyasal çözücüler olduğundan; bunların destilasyondan sonra eter yağından ayrılması yüzde yüz mümkün olmadığından dahili olarak kullanılmaları mahsurlu olabilir.

Soğuk baskı ile elde edilen eter yağı:
Bu metotla meyve kabuklarından soğuk baskı ile eter yağı elde edilir. Bunların başında portakal, greyfurt, limon ve turunç kabuklan gelir. Meyve kabuklarının ilaçlanmamış meyvelerden olması gerekir, aksi halde faydadan çok zarar verebilir. Günümüzde ilaçlanmamış turunç bulmak adeta imkansızdır, bu nedenle bu konu çok önemlidir.

Eter yağının kullanım alanları
Eter yağının kullanım alanları oldukça çoktur ve burada ancak bir kaçına değineceğiz. Bazı eter yağları çok yoğun olduğundan inceltilmeden kullanılması mahzurludur ve özellikle de bu konuya hamilelerde ve bebeklerde dikkat edilmelidir. Yetişkinlerin kullandıkları bazı eter yağları 6 yaşından küçükler için mahsurludur. Örneğin okaliptüs yağı içeren doğal ilaçlar. Aromalı doğal ilaçlarda genellikle 4-6 adet bitki eter yağının karışımından elde edilen iksirler kullanılır.

1. Aroma yağı: Kişi çok sevdiği eter yağından 8-10 damla aroma lambasının üstündeki suya ilave eder ve suyun altındaki mum yakılır. Suyun ısınması ile birlikte içindeki eter yağıda buharlaşır ve odaya yayılarak güzel bir koku verir. Limon ve gül yağından 8-10 damla yeterli gelirken, laden ve topalak yağı çok ağır olduğundan, ancak 1-2 damla yeterlidir.
2. Masaj yağı: Bazı eter yağlarının masaj yağı olarak kullanılmasının çok güzel etkileri olur. Eter yağlarından 1 ml alınır ve 49 ml ana yağ ile karıştırılarak masaj yağı elde edilir. Ana yağı zeytinyağı, badem yağı ve jojoba yağı olabilir.
3. Enhelasyon yağı: Genellikle nefes yolları rahatsızlıklarına etkili olan eter yağlan seçilir ve bunların özel karışımı ile iksirler elde edilir. Eter yağından 10 ml 90 ml %96’lik alkol le (etil alkol) karıştırılır ve buna 200 ml damıtılmış su ilave edilerek %32’lük inceltilmiş eter yağı elde edilir. Bu şekilde inceltilen eter yağı enhelasyonda veya dezodorizan (fena kokuları yok edici) olarak kullanılır.

Bu alanda oldukça çok natürel ilacı eczanelerden temin etmek mümkündür
Mesela: 10 ml nane yağı (Eter yağı) ve 5 ml okaliptüs yağı 85 ml alkolle (Etanol) karıştırıldıktan sonra elde edilen bu iksirin baş ağrısı ve migren rahatsızlığı olan hastaların şakaklarına günde 3-4 defa 2-3 damla sürülmesi ile hastaların rahatladığı tespit edilmiştir.

1. Deri bakımı için eter yağları:
Anti mikrobik: Kekik, adaçayı, mele, karanfil, lavanta, limon, terpentin, okaliptüs
İltihap önleyici: Papatya, lavanta, civanperçemi
Antimikozit (Mantarları yok edici ): Lavanta, mırra, mele, civanperçemi
Haşerelere karşı: B. Itır, karanfil, sedir, civanperçemi, okaliptüs
Yara iyileştirici: Lavanta, günlük, gül, neroli, papatya
Dezodorizan (kötü kokuyu yok edici): Selvi, ardıç, limon çayı, kekik, adaçayı

2. Sindirim rahatsızlıklarında eter yağının etkisi:
Krampları çözücü: Nane, kimyon, papatya, turunç., rezene
Şişkinliğe karşı: Turunç, nane, reyhan, rezene
Safra arttırıcı: Nane, lavanta, kimyon
Karaciğeri güçlendirici: Nane, lavanta, biberiye
İştah açıcı: Zencefil, anason, melekotu kökü, portakal

3. Kan dolaşımı, kas ve eklem rahatsızlıklarında eter yağının etkisi:
Tansiyon düşürücü: Limon, ylang-ylang, mercanköşkü, lavanta
Tansiyon yükseltici : Biberiye, kekik, okaliptüs, nane
Lenfleri çalıştırıcı : Huş, Greyfurt, rezene, limon

4. İdrar yolları, cinsel organlar ve hormon rahatsızlıklarına karşı eter yağının etkileri:
Krampları çözücü: Misk, adaçayı, lavanta, yasemin, papatya
Anti mikrobik: Mela, bergamiye, sandelodunu, papatya
Cinsel gücü arttırıcı: Kakule, neroli, yasemin, gül, ylang-ylang, misk adaçayı
Süt arttırıcı: Anason, rezene, yasemin, kimyon
Rahmi kuvvetlendirici: Mırra, gül, günlük, oğulotu, yasemin
Adet düzenleyici : Misk, adaçayı, rezene, nane, papatya

5. Nefes yolları rahatsızlıklarına karşı eter yağının etkileri:
Balgam söktürücü: Terpentin (gam yağı), kekik, mırra, rezene, cam, okaliptüs, sandelodunu
Anti mikrobik: Huş, greyfurt, limon, rezene

6. Sinir sistemini kuvvetlendirici eter yağları:
Teskin edici: Bergamiye, limon, oğulotu, papatya, lavanta
Uyarıcı: Neroli, nane, ylang-ylang, yasemin, reyhan
Sinirleri güçlendirici: Oğulotu, lavanta, biberiye, ardıç, papatya, misk adaçayı

7. Immün (bağışıklık) sistemini kuvvetlendirici eter yağlan:
Ateş düşürücü: Adaçayı, nane, limon, reyhan
Terletici: Biberiye, kekik, papatya

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Beslenme planında dikkat edilecek faktörler

* Kalori miktarı: Bir insanın sağlıklı yaşaması ve sağlığını koruması için önce alınacak kalori miktarını bilmek gerekir.

Bu miktar kadın ve erkeklerde boyuna göre olması gereken kilo başına göre sırasıyla 25 kal/kg ve 35 kal/kg dır.

Yani toplumumuzda ortalama 170 cm boyunda bir erkek için olması gereken kilo maksimum 65 kg hadi 70 kg diyelim. Alınacak kalori 2450 kaloridir. Tabii söylemeye gerek yok. Bunlar genç, aktif yaşayan ve çalışan kişiler.

Kadınlar için alınacak kalori miktarı ise, ortalama 160 cm boy için olması gereken 50 kilo hadi maksimum 60 kilo diyelim, 1500 kaloridir. Bundan sonra her kilo fazlalığı için kalori miktarında azaltma yapmak gerekir. 10 kilo fazlalığı varsa en az 250 kalori daha az alması ,yani 1250 kaloriden az alması gerekir.

Ama alınması gereken minimum kalori miktarının da alınması gerekir. Bu miktar kısa bir süre uygulanacaksa 800 kalori olarak benimsenmiştir. Bunun altında kalori alınması sağlıksızlıktır. Erkekler için 1200 kaloriden daha az almamak önerilir.

Amacımız kişinin vücut kitle indeksini (VKI) 18.5-24.9 kg/m2 arasında (ortalama 21-22) tutmaktır. VKI şöyle hesaplanır. Kilonuzu boyunuzun metre cinsinden karesine bölerseniz bu değeri bulursunuz. (Örnek : 70 kg/1.7mx1.7 m).

Kalori kısıtlarken dikkat edilmesi gereken öğeler

Vücudumuza enerji kazandıran her işlemde serbest radikaller oluşur. Serbest radikallerin neredeyse %80-90’ı yiyeceklerden gelir. Ama vücudumuz bunu belli limitler dahilinde temizleyebilir. Fakat kişinin günlük ihtiyaçlarını karşılayacak kalori gereksinimi vardır. O zaman ATP oluşmasına yetecek kadar ama serbest radikallerin fazla oluşmasını engelleyecek kadar az yemeliyiz.

* Vitamin ve mineral dengesi: Vitaminler ve mineraller bir çok hayvansal gıdalarda bulunur. Nişasta ve tahıl gibi yüksek karbonhidrat içeren gıdalarda daha az vitamin ve mineraller bulunur. Sebze gibi düşük yoğunluklu karbonhidrat içeren gıdalarda ise karbonhidratların birim kalorisi başına daha fazla vitamin ve mineral vardır. Meyveler ise bu iki kaynağın arasında vitamin ve minerallere sahiptir .

* Makronutrient (protein, yağ, karbonhidrat) miktarları: Burada unutulmaması gereken bir nokta alınan karbonhidrat ve proteinlerin 1 gramı 4 kalori, yağların 1 gramı 9 kalori ve alkolun 1 gramının 7 kalori verdiğidir. Tabii amaç burada boş kalori almak değil, kalori alırken mikronutrientlerin alımına dikkat etmektir.

Alınması gereken kalori miktarının alt ve üst sınırlarını belirledikten sonra bu kalorilerin makronutrientlere göre dağılımını hesaplamamız gerekir.

Her dekadda insanların kas kitlesinde 3 kilo kadar azalma olabilir. 65 yaşında kas kütlesinin %25-30 ‘u kaybolmuş olabilir.

Kas ve kemik kütlesini koruyacak protein alınmasına dikkat edilmeli. Bu kalori proteinden çok zengin olmayacağı gibi proteinden fakir de olmamalıdır. Kabaca 1 kg başına 1 gr protein alınması gerekir. Toplam kalorinin %10-15 i olmalı.

Günlük kalorinin %50-55 i karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Fazlası sağlıksızlık kaynağı olur ve yaşlanma olayını hızlandırır. Karbonhidratlar esansiyel aminoasitlere ve esansiyel yağ asitlerine benzemezler. Vücut protein ve yağlardan glukoz yapabilir. Bununla birlikte beyin fonksiyonları ve yeteri kadar insülin üretimi için karbonhidrat alınmalı .

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

İnsan organizmasında toksinlerle kirlenme süreci yedi aşamadan geçerek meydana gelmekte ve bu esnada da binlerce rahatsızlık ortaya çıkmaktadır.

BİRİNCİ AŞAMA
Dış görünüş itibariyle sağlıklı olan insan genel bir yorgunluk hisseder. Bu yorgunluk sinir kanallarında toksin oluşmaya başladığını gösteren bir işarettir ve sonunda boyun omurlarında rahatsızlığa yol açar.

İKİNCİ AŞAMA
Genel yorgunluğun yanı sıra baş ağrısı, eklem ve kaslarda hissedilen ağrılar ortaya çıkmaya başlar. Bu aşamada herhangi bir ağrı hissedilmesi zorunlu değildir ve ağrı hissedilmeyebilir. Bunun yerine insanın çok fazla tatlı ve yağ tüketmeye başlaması görülür. Başka bir deyiş ile, kişi kendine uygun olmayan, fazla miktarda gıda tüketmeye başlar. Bu toksinlerin sizi etkilediğini gösteren bir alarm zilidir.

ÜÇÜNCÜ AŞAMA
Kişi değişik alerjik reaksiyonlar göstermeye başlar. Bu organizmanın doğal yollardan vücuttaki bu toksinleri dışarı atma çabasıdır. Alerjiye yol açan etkiler çok değişik olabilir: çiçek ve bitki polenleri, top, yün ve hayvansal elyaf, gıda, tıbbi ilaçlar vb. Esas sorumlu olan bu maddeler değildir. Esas sorumlu toksinlerdir.

Vücuttaki toksin oranı organizma tarafından kabul edilmeyecek orana yükseldiği zaman; insanda zamanla astıma dönüşen öksürük, solunum yollarında balgam ve sıvı oluşması ve deride değişiklikler yani, gözle görülen olumsuz sinyaller ortaya çıkar. Bunlar psoriasiz, ekzema ve şeker hastalığı olarak görülebilir. Bunların ortaya çıkması yanlış beslenmeye işaret etmektedir. Yani aşırı miktarda et, yumurta ve hamur ürününün tüketimini göstermektedir.

Üçüncü aşamanın çocuklarda görülen işaretlerinden biri uyurken gece idrarı tutamamadır. Bu durumda çocuğun beslenme alışkanlığının gözden geçirilmesine önem verilmelidir.

DÖRDÜNCÜ AŞAMA
Kirlenmenin sonucu olarak şu hastalıklar ortaya çıkar: kistler, fibromiyomlar, damar tıkanıklıkları, tümörler vb. Bunların yanı sıra vücutda yağ kirlenmeye başlar ve şişmanlığa yol açar.

İnsan vücudunda papillom oluşması, insanın kalın bağırsağının her hangi bir yerinde polip oluştuğuna işaret etmektedir. Mesela, ‘et kirpiği’ (kirpiğe benzer deri parçacığın oluşması) insanın yüzünde ise kalın bağırsağın üst sağ tarafında polip oluşmasına işaret eder. ‘et kirpiğin’ koltuk altında ve göğüste çıkması, kalın bağırsağın alt tarafında polip oluşmasına ve ‘et kirpiğin’ vücudun alt kısımlarında çıkması midede polip oluştuğuna işaret eder.

BEŞİNCİ AŞAMA
Bu aşamanın belirtileri vücut dokusunun deformasyonuna yol açan hastalıkların görülmeye başlanması olup, romatizma ve poliatrittir. Bu durumda organizmanın kimyasalları kötü hazmetmesinin sonucu olarak çıkan idrar asidi eklem ve kaslarda toplanmaya başlar.

ALTINCI AŞAMA
Organizmanın toksin tuttuğunun bir belirtisi olarak sinir hatlarında bio-kimyasal atıklar toplanmaya başlar. Bu durumdan dolayı sinir hatları işlevlerini yerine getiremez olur ve bu hatlar üzerinden sinyaller gidemez. Sonuç olarak Parkinson hastalığı , MS (multipl skleroz) ve felç meydana gelmektedir.

YEDİNCİ AŞAMA
Bu organizmanın toksin tutmasının sonuncu aşamasıdır. Bu aşamada iyileşmesi mümkün olmayan ve hücrelerin dağılımına sebep olan hastalıklar ile kanser gelişir.

Kanser vücudun kanser hücrelerine karşı direnme seviyesinin sıfır olduğu durumdur. Yani kanser hücreleri hiçbir engelle karşılaşmadan gelişebilmektedirler.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Tuz ve Sağlığınız

İnsanlar mineral ihtiyaçlarını iki kaynaktan temin edebilirler: bitkiler ve tuz.
Bitkiler mineralleri topraktan alır. İnsanlar bitkileri (tahıl, sebze, meyva) yiyerek mineralleri alırlar. Son 50 yılda, insanoğlu doğal sistemi/dengeyi suni gübrelerle (azot, fosfor ve potasyum içeren) bozarak daha fazla ürün almış ve daha fazla alanı ekip biçerek verimini ve gelirini artırmıştır. Ancak toprağın mineral içeriği bilinçsizce tüketilmiştir. Bilimsel çalışmalar bugünkü sebze ve meyvelerin 50 yıl öncekilerine nazaran ancak %10 kadar besin içerdiğini göstermektedir.

Tuz hayatımızın en önemli ve insanların ilk bulduğu ve kullandığı doğal kaynaklı maden/minerallerden biridir. Eski çağlardan beri besinleri saklamakta ve tatlandırmakta yaygın olarak kullanılmaktadır.

Tuzun Önemi

Kanımızın ve tuzlu sıvıların kimyasal ve mineral bileşimleri ile deniz suyu arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır. Embriyo annesinin karnındaki tuzlu su ile dolu bir kese içinde bulunur.

Tuzun bedendeki fonksiyonu osmoz isleminin çalısmasını sağlamasıdır. Aksi taktirde 100 litre su bile içseniz, bedeninizde tuz olmayinca yine susuzluktan ölürsünüz. Çünkü tuzun sayesinde aldiginiz su hücrelerinize baglanır.

Bedeninizdeki tuz oranı sizin düşünme kapasiteniz ve şuur derecenizle de eşdeğerdir.

Modern bilime göre tuzun içinde bulunması gereken elementlerin 24’ü yaşam için zorunlu olmasına rağmen 84 elementin uygun dengesi iyi sağlıklı vücut için gereklidir.

İyon kaybı dengesizliklere, hücre üretme ve büyümede bozulmalara sebep olur. Hücre kayıpları sinir bozuklukları, beyin kusurları, kas hasarları ve hastalıklara neden olur. Bu yüzden kandaki tuz ve iyonların uygun mineral dengesi sağlık için hayati öneme haizdir. Bu kompozisyon çok kesin sınırlar arasında olmak zorundadır.

Tuz diyeti/azlığı aynı zamanda insanlarda hücre dejenerasyonu ve yaşlanmasını hızlandırmakta ve biyokimyasal açlığa neden olmaktadır. Tuz azlığı böbrek zayıflığı, karaciğer stresi ve adrenal tükenmesine yol açabilmektedir. Ayrıca kalp kasları kapakçıklarının yorulması olabilmektedir. Kalitesi iyi doğal deniz tuzunun iyileştirme gücünün C ve E vitaminleri ve diğer besinlere eşit olduğu savunulmaktadır.

Bir çok hastalıklar ve kötü sağlık şartları mineral eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu minerallerin çoğu deniz ve kaya tuzunda bulunmaktadır.

Doğal Rafine Edilmemiş Kaya Tuzu mu? Rafine Sofra Tuzu mu?

Mutfaklarda bulundurduğumuz rafine tuz sağlığımıza çok zararlıdır. Oysa doğal tuz, yani kaya tuzu veya deniz tuzu çok yararlı bir şifa kaynağıdır. Fizik bedenimizde bulunması gereken tüm elementler mevcuttur. Doğal rafine edilmemiş kaya tuzu insan vücudu için gerekli minerallerin çoğunu gerekli oranlarda içermektedir.

Doğal tuz vücut sıvılarının hücrelerden serbest geçişine yardımcı olurken, rafine tuz sıvıların geçişini engelleyerek kronik böbrek sorunlarına neden olabilmektedir.

İyi tuz yüzde 100 el ile hasad edilmiş, beyazlatılmamış, kekleşme reaktifleri ilave edilmemiş, yıkanmamış, düşük sodyum klorür seviyeli, katkı maddesiz, 84 mineral içeren, rafine edilmemiş doğal deniz veya kaya tuzudur.

Normal Rafine Tuz ve Tehlikeleri

Modern tıbba göre sofralık rafine tuz (NaCl) alkol ve sigara gibi diyetten uzaklaştırılması gereken bir madde olarak görülür ve yüksek tansiyonun en önemli sebeplerinden biri olarak kabul edilir.

Yüksek tansiyon ve kalp hastaları için düşük tuz diyeti rafine tuzlar için geçerlidir. Rafine edilmiş tuz vücudumuzda birikir. Bu tuzun bir kısmı damar duvarları, arterler, beyin, idrar yolları, cinsel organlar, bez sistemleri veya kemiklerin eklemlerinde birikerek problemlere yol açabilmektedir.

Piyasadaki alışılagelmiş rafine tuz sadece Sodyum ve Klorür ihtiva eder. Bunun dışında Sodyum flüorit, Magnezyum karbonat, Kalsiyum karbonat ve deklare edilmesi gerekli görülmeyen büyük bir miktar E-numaraları* gibi maddelerle “zenginleştirilmiştir”. Serpilme ve akıcılık yeteneğini geliştirmek için Alüminyumsilikat ilave edilmiştir. Alüminyum beyinde tortu bırakan hafif metal olup, bu özelliği Amerika Birleşik Devletleri’ nde ortaya çıkan yüksek orandaki Alzheimer hastalığının nedeni olarak görülmesini sağlamaktadır. Ayrıca vücudumuz hiçbir şekilde suni iyot ve flüor karışımlarının çözecek durumda değildir.

Deri ve genelde böbrekler NaCl’yi ayrıştırmamızı sağlarlar. Ancak yaşımız ve bünyemize göre sadece günde yaklaşık 5-7 gramını ayrıştırabiliriz. Oysa biz günde sadece endüstriyel gıdalardan 12-20 gram NaCl alırız. Bu şekilde bedenimize ayrıştırabileceğimizden çok daha fazla NaCl almış oluruz. Bedende ayrıştırılamayan kalan NaCl’den bedenimiz kendisini bir şekilde korumalıdır. Bedeniniz, ayrıştırılmamış olan tuzu bir şekilde nötralize etmek zorundadır ve bunu “değerli” hücre suyunuzla yapmaktadır.

Rafine tuz agresif bir hücre zehiri olup, vücuttan ilk fırsatta atılmak istenmektedir. Bundan dolayı boşaltım organlarının yoğunluğu artmakta ve vücut arta kalan rafine tuzu izole etmeye ve böylece zararsız hale getirmeye çalışmaktadır. Bunun için gerekli olan su hücrelerden emilerek alınmakta ve canlılıklarını yitiren hücreler ölmektedir. Bunun sonucu olarak ödem ve sellülit olarak bilinen su dokusu oluşmaktadır. Vücut boşaltamadığı her bir gram Sodyum Klorür için 23 kat hücre suyuna ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca kemik ve eklem bölgesinde depolama yapılmaktadır. Bunun sonucu gut, artroz, artrit vb. romatizmal rahatsızlıklardır. Ayrıca safra ve böbrek taşı oluşumu da söz konusu olabilir. Bunun nedeni vücudumuzun 82 eksik elemente/minerale olan isteğidir. Bu 82 elementin çoğu iz elementleri olup, vücudumuz tarafından çok az miktar gerekir, ancak eksikliği bugün birçok hastalıklara yol açabilmektedir.

Rafine tuzun içerdiği maddeler:
Magnezyum fosfat – E343
Kalsiyum fosfat – E341
Kaliyum fosfat – E340
Difosfat – E450
Trifioat – E451
Polifosfat – E452
Fosforik asit – E338
Sodyum fosfat – E339
Aliminyum silikat

Kimyasal katkı maddeleri olarak alüminyum hidroksit ve alüminyum silikat (%1) tuzu beyazlatmada ve paketlemede su emmesini önlemek için ilave edilir. Böylece tuz kolay akar. Bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer hastalığına yakalanmama şansınız da çok düşer.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Ozonterapi nedir ve hangi tedavilerde kullanılabilir?
Ozon 3 oksijen atomundan oluşan doğal bir gazdır. Kimyasal bir bileşen değildir. Tedavi sürecinde görevini tamamladıktan sonra hammaddesi olan oksijene dönüştüğü için doğaldır ve yan etkisi yoktur.

Mikrop kırıcı, bakteri öldürücü, virüs çoğalmasını önleyici, mantar öldürücü etkisi yüksek bir gaz olan ozon, enfekte olmuş yaraların tedavisinde, bakteri ve virüslerin sebep olduğu hastalıkların tedavisinde kullanılır.

Kan dolaşımını düzenleme özelliğinden dolayı dolaşımla ilgili bozuklukların tedavisinde de kullanılır. Bağışıklık sistemini güçlendirir, yani vücudun direncini arttırır.

Ozonterapi 5 temel alanda kullanılmaktadır:

1.Dolaşım bozukluklarının tedavisi
2.Virüslerin sebep olduğu hastalıkların tedavisinde; örneğin karaciğer hastalıklarından hepatitler, uçuklar.
3.Zor iyileşen enfekte yaralar ve enflamatuar hastalıklarda; örneğin, Bacaklardaki açık yaralar, Enflamatuar bağırsak hastalıkları, yanıklar, haşlanma ve enfekte yaralar, mantar enfeksiyonları.
4.Kanser tedavisinde ilave ya da tamamlayıcı, bağışıklık sistemini güçlendirici olarak .
5.Lipoliz etkisi ve oksijenasyon etkisinden dolayı bölgesel zayıflama ve genel zayıflama (ozon sauna) tedavilerinde de kullanılır.

Uygulama yöntemleri

1.Majör ozonterapi [Major Otohemoterapi] (Hastadan kan alınarak tedavinin yapılması) geriatride (yaşlanmaya bağlı hastalıklar), dolaşım bozukluklarında yeniden canlanmayı sağlamak için, viral kökenli hastalıklarda ve genel bağışıklık sistemi aktivasyonu için kullanılır.

Bu metotla, 50 ila 100 ml hastanın kanı alınır ve ozonla karıştırıldıktan sonra hastaya geri verilir. (Ozon kırmızı ve beyaz kan hücrelerini oluşturan spesifik maddelerle tamamen reaksiyona girer ve böylece vital aktivitelerini = metabolizmayı arttırır. İşte bu aktive edilmiş kan (ozon ya da oksijen değil!) hastaya aynı damar yoluyla tekrar geri verilir.
2.Minör ozonterapi [Minor Otohemoterapi], hastanın 3-5 ml kanı, ozonlandıktan sonra hastaya kalçadan geri verilir. Bu yöntemle spesifik olmayan bağışıklık sistem aktivasyonu yapılır: alerjik hastalıklarda, sedef, romatizmal hastalıklar, fibromyalji ve genel olarak bağışıklık sistemini güçlendirmekte kullanılır.
3.Eksternal tedavi, ozon gazını kapalı bir sistemde özel bir plastik bot (ayaklar ve bacaklar için) içinde dolaştırarak ya da vücudun farklı bölgelerine uygun torbalar ve folyo uygulaması ile gerçekleştirilir. Vücudun tedavi edilecek kısmı önceden su ile nemlendirilir, çünkü ozon kuru bölgelere etki etmez. Bu metot cilt ülserlerini, yaraları, açık yaraları, ameliyat sonrası oluşan lezyonları, shingles (herpes) ve enfekte olmuş alanları tedavi etmekte çok etkilidir.

Diğer yöntemler ozonlu saf su (dental tedavilerde) ve ozonlu saf medikal zeytin yağı (cilt erupsiyonları örneğin egzema, mantar, liken gibi) kullanımıdır.
4.Rektal ozonterapi (Ozon gazının rektal yolla uygulanması) yönteminde ozon gazı direkt olarak hassas bağırsak cidarı tarafından emilir. Bu metot genelde bağırsakların enflamatuar hastalıklarında kullanılır. Ancak son zamanlarda iğnesiz olmasından dolayı genel sağlık desteği ve yeniden canlanma için de tercih edilmektedir. Bu yöntemin en önemli avantajı majör ozonterapi ile aynı etkiye sahip olmasıdır.
5.Eklem uygulaması, Ozonun eklem içi enjeksiyonunda ozon gazı yavaşça eklem içine enjekte edilir. Bu metot ağrılı enflamatuar hastalığı olan ekleme uygulanır, artrit (diz eklem hastalığı gibi), tekrarlayan eklem-kıkırdak hasarı, genel patolojik sertliklerde uygulanabilir.

Ozon nasıl iyileştirir?
Kırmızı kan hücreleri yetersiz oksijen alan bölgelere hızla oksijen taşımaya başlarlar.

Büyüme faktörleri dediğimiz salgıların yapımı artar, bu yolla yara iyileşmesi hızlanır.

Kanda oluşan bazı bileşenler damarların genişlemesine yol açar. Bu da kan dolaşımı yetersiz olan bölgelerin kanlanmasını sağlar.

Nötrofil denilen kan hücrelerinin uyarılması ve sitokin sentezinin artması, immün sistem denilen bağışıklık sistemini güçlendirir. Ozonlanmış lökositler ise lenfatik sistemde baskılanmayı ortadan kaldırıp, sistemi aktif hale geçirir.

Kemik iliği, aldığı uyarılarla yeni hücre yapımına başlarken hasarlı organ ve dokuların rejenerasyonu gerçekleşir.

Endokrin (iç salgı) ve merkezi sinir sistemi, aldığı uyarılarla metabolizmayı hızlandırır.

Ozon hücre elemanlarını ve enzim sistemlerini uyararak vücudun kendi antioksidan korumasını hızlandırır. Antioksidan enzimlerin kanda süratle artması vücudun kendisine zararlı olan gelişmeleri önler. Bu sayede çeşitli yollarla insan bedenine girmiş veya metabolizma sonucu üretilmiş olan ama insan sağlığına zarar verebilecek kimyasallar bertaraf edilir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Nefes alıp verirken vücuda giren oksijen, yaşamımız için çok önemliyken aynı zamanda “serbest radikal” denilen, elektronlarını kaybetmiş zararlı maddelerin ortaya çıkmasına neden olur.

Serbest radikaller dokularla birleşerek fonksiyonlarını yapamaz hale getirir. Bu etki genç yaşlarda başlar ve dramatik bir şekilde çoğalarak fark edilen bir yaşlanmaya ve pek çok hastalığın ortaya çıkmasına neden olur.

Güçlü bir anti-oksidan sisteme sahip olmak, oksijene dayalı bir yaşam için en temel gereksinimdir. Tek hücreli organizmalar bile eğer serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirmemiş olsalardı, hayatta kalamazlardı. Oksijenle yaşayan her organizma bu tehlikeyi etkisizleştirecek sistemlere sahiptir, ancak bunun etkili oluş derecesi büyük farklılıklar gösterir.

Serbest radikallere karşi savaş

Bedenin serbest radikallerle savaşan üç grup savunma hattı vardır:

1.Birinci hatta enzim sistemleri yer alır. Bunlar DNA’da mevcut olan bilgilere göre beden tarafından üretilen moleküler araçlardır. Bu enzimler serbest radikalleri uzaklaştırır veya bunların dikenlerini köreltirler.
2.İkinci hatta, bedende üretilen çok çeşitli biyo-moleküller yer alır. Bunlar kendi elektronlarını vermek suretiyle serbest radikallerin elektron açlığını giderirler. Bu moleküller hücre dışı serbest radikal etkisizleştiricileri olarak bilinir. Bunlar kendilerini feda ederek hücre içinde yaşamsal önem taşıyan moleküllere, onların olmak üzere bir elektron verirler.
3.Savunmanın son hattını besinler ve bedenin dışardan hazır olarak aldığı maddeler oluşturur.

Bu takviye güçler de kendilerini feda ederek işlev görürler. Birinci gruptaki enzimler vücudumuzun doğal işleyişi içinde yer alırlar. Eğer dış etkiler sebebiyle (sigara, kirli hava soluma, stres yoluyla biriken toksik yük) yetersiz kalmışsa Bio-Oksidatif tedaviler sınıfına giren ozon/oksijen tedavisi gibi yöntemlerle takviye etmek gerekebilir.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

(Bu bölümde okuyacağınız bilgiler American Academy of Anti-Aging Medicine tarafından 25 Şubat 2005′ de yayınlanan resmi bildiriden derlenmiştir )

Erişkinlerde HGH- Human Growth Hormone (Büyüme Hormonu) yetmezliği sonucu kilo artışı, yağlanma, kas kitlesinde azalma, egzersiz kapasitesinde azalma, kas gücünde azalma, kalp faaliyetinde zayıflama, kemik yapısında zayıflama, uyku bozuklukları ve genel olarak kendini iyi hissetme duygusunda azalma görülmektedir.

HGH aynı zamanda yaşlanmaya karşı çalışan östrojen, testosteron, DHEA ve melatonin gibi hormonların da salınımını desteklemektedir. HGH’nin bu önemi ve yaş ile azaldığının bilinmesi sonucu son 15 yılda birçok klinik araştırmalar yapılmış ve düşen HGH seviyelerinin yükseltilmesinin belirgin faydaları ortaya bilimsel çalışmalarla konulmuştur.

HGH’nin eğitimli ve uzman doktorlar tarafından uygun protokoller ile kullanılması sonucu herhangi bir zararlı etkisi bilimsel olarak gösterilmemiştir. HGH’nin düşüklüğü halinde Anti-Aging amaçlı kullanılması Amerikada FDA tarafından 1996’da onaylanmıştır.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Şu anda kullanmakta ve içmekte olduğunuz SU’ya ne kadar güvenebiliyorsunuz?
-İçmekte olduğunuz en kaliteli kaynak suyunun bile 22 derecede güneş ışığı gördüğü anda BAKTERİ ürettiğini biliyor musunuz?
-Musluklarınızdan akan suyun yiyeceklerinize/ çamaşırlarınıza/ vücudunuza temas ettiğini ama günlük yaşantımızda bu gerçeklerin farkında olmadığımızı biliyor musunuz?
– Bilerek veya bilmeyerek çok fazla tezatlık yaşıyoruz. Temiz sanarak aldığımız pahalı suyu sadece içme maksadı ile kullanıyoruz. Oysa kirliliğin vücudumuza sadece ağız yoluyla girdiğini mi düşünüyorsunuz?

Örneğin:

*Susadığınızda içme suyu içiyor ama dişinizi şebeke suyu ile fırçalıyorsanız , bu sizce doğru mu?
*Hangi suyu kullanarak meyvenizi yıkıyor, banyonuzu yapıyor, yüzünüzü yıkıyor, akvaryumdaki balığınızın suyunu değiştiriyorsunuz?
*Kullandığınız suya insan dışkısı karışmadığını mı düşünüyorsunuz?
*Elinizi hangi su ile yıkayıp yemek yiyorsunuz?
*Halınızı yıkarken temizlik yaptığınızı sanıyorsunuz. Bu suyla yapılan temizliğin ne kadar hijyenik olduğunu düşünüyorsunuz?

Suyun Küresel (Dünyamız için) önemi:

*Su yoksa yaşam da yoktur.
*Su içinde bulunduğumuz çeşitli yaşam şartlarının, birbirini etkileyen biyolojik ve çevresel sistemlerin arkasındaki itici, destekleyici güçtür.
*Su meteorolojik hava sistemlerini düzenleyen unsurdur.
*Su dünyamızın sıcaklığını sabit tutar.
*Su’yun diğer maddeleri temizleme, emme ve taşıma kabiliyeti vardır.
*Su fiiliyatta dünyamızda heryerde mevcut olması nedeniyle, ne kadar önemli olduğunu unuttuğumuz ve bunu doğal karşıladığımız bir maddedir.

Kişisel Önemi:

*İnsan vücudunun %70-75’ini su oluşturmaktadır.
*Vücuttan %10 Su kaybının kurumaya (dehydration), %20 Su kaybının ise ölüme sebep olduğu bilinmektedir.
*Her gün milyonlarca karmaşık biyokimyasal reaksiyonların oluştuğu vücudumuzda Su, bütün metabolizmamızı düzenleyen maddedir.

Sudaki Kirlilik Sağlığımızı Ne Şekilde Etkiliyor?

En çok suya ihtiyaç gösteren organımız beynimizdir. Vücudumuza aldığımız mikroplu suyun beynimize ne kadar zarar verdiğini biliyor muydunuz?

Uzmanlar sağlıklı bir insanın günde asgari üç litre su içmesi gerektiğini söyler ama nasıl su içmesi gerektiğini söylemezler.

Sudaki kimyasal maddeler bakteriler, mikroorganizmalar, tenyalar, insan ve hayvan kalıntıları, kireç, klor vs.gibi maddeler insan yaşamını, sağlığını ve ekonomisini bir hayli etkiler.

Örnek:

-Suyun içindeki aşırı kireç(sertlik)midede hazmı zorlaştırır.
-Birçok mide ve bağırsak hastalığına yol açar.
-İdrar yollarında kum ve taş oluşturur.
-Diş taşı oluşumuna sebep olur.
-Adale ve eklem kireçlenmesine sebep olur.
-Birçok romatizmal hastalığa sebep olur.
-Sayısız kemik hastalığının başlangıcıdır.
-Çocukların kemik yapısını vaktinden önce sertleşmesine sebep olur, böylece kısa boylu nesiller oluşumunu sağlar.
-Klor içindeki trialometan kansorejen etkilere sahiptir.
-Klor ve su birleşince kanserojen etkili maddeler oluşur.
-Suyun içindeki aşırı klor guatr hastalığına sebep olur.
-Bayanlarda kansızlığa yol açar.
-Saç dökülmesi ve göz kızarmasına sebep olur.
-Ciltte sivilce, kaşınma, kızarıklık hatta egzamaya varan rahatsızlıklara sebep olur.

Suyun kalite kriterleri

Sağlıklı yaşamamızın düzenlemesinde; içilen Su’yun miktarı veya saflığı gibi özelliklerin yanında Su’yun KALİTESİ en önemlisidir.

Binlerce yıl öncesinde su’yun sahip olduğu ve Su kalitesini belirleyen en önemli parametreler:

(1) ihtiva ettiği oksijen miktarı,

(2) yüzey gerilimi

(3) çözücülük kabiliyeti

gibi özellikleri yaşamımız için vazgeçilmez kriterler olmalıdır. Su’yun içerdiği çözünmüş oksijen (DO-Dissolved Oxygen) miktarına göre su’yun kendisinin canlı kalması kirlenmemesi sağlanabilir.

Bundan 200 yıl kadar öncesinde, havadaki Oksijen (O2) miktarı yüzde 38-39 oranlarında, buna mukabil KarbonDioksit (CO2) miktarının ise yüzde 18-19 oranı kadar olduğu, bu gün ise bu oranların değiştiğini hepimiz bilmekteyiz. Oksijen yaşayan canlı organizmalar için bağışıklık (immunity-koruma kalkanı) sistemini koruyan olmazsa olmaz elementtir.

Bilimin ve teknolojinin ilerlemesi ile hava, su ve toprak gibi ortamlardaki kirliliğin esas sebebinin KARBON olduğu anlaşılmıştır. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO)’nun 2003 yayını ile tüm insanlığa tavsiye edilen sudaki kirlenmenin, Çözünmüş Organik Karbon (DOC-Dissolved Organic Carbon) miktarının litrede 10 mikro-gram’dan az olması ile önlenebileceğine işaret edilmektedir. (2003 World Health Organization – Heterotrophic Plate Counts and Drinking-Water Safety. Edited by J. Bartram, J. Cotruvo, M. Exner, C. Fricker, A. Glasmacher. Published by IWA Publishing, London, UK. ISBN: 1 84339 025 6)

Ancak bu değerin altındaki sularda salgın hastalıklara neden olan patojenik bakterilerin (HPC-Heteretropic Plate Count) çoğalamayacağı ve mikrobiyolojik kirliliğin stabilize edilebileceği, bu değerin (HPC tarafından hemen sindirebilecekleri nutrient olan AOC-Assimilable Organic Carbon) doğal kaynak suyu veya arıtım işlemi yapılmış içme suyu olsa bile, özellikle insani tüketim amaçlı suların mikrobiyolojik denge kriteri olarak kabul edildiği belirtilmektedir.

Ekolojik dengenin korunmasında bu değer önemli bir kriterdir. Su ortamlarında çoğalan bakterilerin gıdası olan DOC-Çözünmüş Organik Karbon miktarı ülkemizde yürürlükte olan su ile ilgili yönetmeliklerimizde, Organik Maddeler için Sarf edilen Oksijen miktarı parametresi ile belirtilmekte ve en düşük değerin, mesela Doğal Kaynak Suları için 2 Miligram/Litre = 2000 mikrogram/Litre değerinde olması yeterli bulunmaktadır.

Son yıllarda çevremiz, ekolojik dengemiz, sağlığımız, ürünlerimiz bu açıdan ele alındığında; uluslararası sanitasyon (hijyen) standartlarına ulaşmadığından, büyük ölçekli ekonomik problemler ve krizler yaşamaktayız. Su’daki DOC-Çözünmüş Organik Karbon miktarının 10 mikrogram/Litre’den az olması halinde, isteseniz bile su’yu kirletemezsiniz.

Su nasıl kirlenir ?

Su kirliliği bütün dünya ülkelerinin ortak sorunudur. Tüm ülkelerin yerel yönetimleri suyu musluklarından arıtılmış olarak akıtamamaktadır. Bu sebeple gelişmiş ülkelerdeki bireyler kendi sularını kendileri arıtma yoluna girmektedirler.

Dünyamızın ve doğamızın yaşlanmasından, nüfus artışından ve bilinçsizce sanayileşmeden kaynaklanan kirlilik suyumuzu da etkilemektedir.

Örneğin;

Kömür yakılması ile kükürt dioksit gazı oluşur. Yağmur yağdığında su ile birleşip sülfürik asit olarak geri döner.

Petrol ve doğalgaz yakıldığında ise nitrojen oksit oluşur. Yağmur damlaları ile birleşip nitrik asit olarak bize ulaşır. Yağmur yağdığında hava temizlenir. Fakat su kirlenir. Kirlenmiş yağmur sularını doğa toprak katmanları ile temizler. Ancak toprak da kirlenir. Kirliliğe doymuş doğa parçası suyu artık temizleyemez.

Yeryüzündeki bütün suların gökyüzüne sürekli devr-i daim ettiği düşünüldüğünde; bu kirlenme döngüsünün ne kadar hızlı ve yoğun olduğu bir gerçektir. Üstelik sanayi ve insan atıklarının doğayı ve suyu, dolayısıyla insanı olumsuz yönden nasıl etkilediğini siz düşünün. Çok çamaşır deterjanı tüketen bir ev hanımı bile doğanın kirliliği için maddi-manevi katkıda bulunmaktadır.

Su kirliliği su moleküllerinin doğal molekül küme ölçülerinden daha büyük kümelerde oluşmasına ve kirletici maddelerin de büyük su molekül kümelerinde yerleşmesi diye ifade edilebilir.

Kirletici madde Su filtre edilerek su’dan çıkarılsa bile, su molekül kümeleri doğal halinden daha büyük olduklarından ve kirleticinin elektromanyetik dalgaları ile zararlı etkisi arıtılan su’da mevcudiyetini devam ettirecektir.

Ayrıca kirleticiler su’da mevcut oldukları zaman veya arıtma işlemi sonunda tamamen sudan çıkarıldıklarında bile elektromanyetik frekansları su’yun molekül kümelerini, doğal olmayan bir yapıda, büyük su molekül küme yapısında tutacaklardır.

Bu son durum da bir kirlenmedir. Su kirliliği kimyasallar, tarımsal ilaçlar ve kimyasal gübreler, termal, sürtünme ve elektromanyetik etkileşimler gibi sebeplerle çeşitli formlarda oluşur. Kirliliği ortadan kaldırmak için çeşitli metodlar ve teknolojiler uygulansa bile; bunların hepsi suyun moleküler ve frekans seviyesinde kirlenmesine sebep olmaktadırlar.

Kirlilik doğal olmayan miktarlardaki maddeler ve elektromanyetik freanslar ile suyu doyurur. Bu nedenle su’yun gıdaları, yiyecekleri, oksijeni çözme ve taşıma ve hücrelerimizin temizlenmesi gibi doğal olan özellikleri ve gücünün azalmasına neden olur.

Kirliliği bilen yerel yönetimler suyu kaynağında arıtmaktadırlar. Toplumu bulaşıcı hastalıklardan korumak için kireçleyip, klorlayarak kilometrelerce uzunlukta borular ile musluğumuzdan akıtmaktadırlar. Burada kireç, klor gibi maddelerin bireylere vereceği zararı ve kilometrelerce uzanan borulardaki sızıntı ve karışımları arıtamamaktadırlar.

Bizler doğal olarak, sadece ilk açıldığı dönem yapılan analiz raporunu şişe üzerine yazmış, ne sıklıkta kontrol edildiği bilinmeyen PVC esaslı, sağlık ve gıda nizamnamesine tamamen aykırı pet şişelerde ambalajlanmış ve ambalajları ile doğayı daha çok kirletmeye mecbur edildiğimiz sadece içmek için kullandığımız pahalı suyu seçmek zorunda bırakılıyoruz.

Yanma (Combustion) açık formülü: Yakıt (Fuel) + Oksijen (O2) => Heat (Energy) + CO2 (KarbonDiOksit) + Water (H2O)

İçten yanmalı yakma sistemlerinde yakıtın eksik yanması sonucunda atmosfere atılan yan ürünlerin toksik olduğu, ölümlere kadar varan hastalıklara neden olduğu yıllardır bilinmektedir.

Egzost Gazı ile atmosfere bırakılan kirleticiler:

NOx = Azot Oksitleri yakıtların yüksek yanma sıcaklığı sebebiyle ortaya çıkan ve egzost yoluyla atmosfere bırakılan yan ürünleridir. Yanma sıcaklığı ne kadar yüksek ise buna paralel olarak NOx üretimi artmaktadır.

PM (Partikül, İs, Kurum, Soot) yakıtların eksik oksijen sebebi ile tam yanamaması neticesinde ortaya cıkan ve egzost yoluyla atmosfere bırakılan yan ürünleridir. Diğer bir ifade ile yakıtın eksik yanma sebebi ile iş yapmadan harcanması, sarfedilen kısmıdır.

Hava kirliliğine neden olan NOx ve PM oluşma değerleri arasında ters orantı vardır. Bu ters orantılı proses eksik yanma neticesi oluşan kirleticilerle mücadele, emisyon ile mücadeleye davetimizin esasını ve gerekçesini oluşturmaktadır. Birisini azaltmak için yapılan çalışmalar diğerinin artmasına neden olmaktadır.

Mesela, PM (partikül, kurum, is, soot) azaltmak için yanma zamanının (injection timing) değiştirilmesi gibi stratejiler uygulandığında istenmedik miktarda NOx miktarında artışlar ortaya çıkmaktadır. Veya yanma havası için sulandırma stratejisini uyguladığımızda (egzost gazını su içinde sirküle ederek havayı egzost gazından elde etme, – exhaust gas re-circulating- gibi) NOx üretimini azaltmada etkili ancak egzost gazı su içinde sirküle edilirken oksijenin yeri değiştiğinden PM, partikül, soot miktarının artmasında etkili olmaktadır.

Suyu iyileştirme

Eğer su aşırı derecede kirlenirse veya uzun müddet kendisini temizleyemezse, kirleticilerin frekansları sebebiyle doğal su molekül kümeleri yerine daha büyük molekül kümeleri oluşmasına neden olur. Eğer su oksijeni çözemiyor ve taşıyamıyorsa anaerobik (oksijensiz) ortama dönüşür. Anaerobik su bulunduğu her ortamın da anaerobikleşmesine (oksijensizleşme) neden olur.

Su’yun moleküler yapısındaki doğal enerji formu ile yaptığımız restorasyon ve değişiklik sonucunda, nano ölçülerde su molekül kümelerinin (nano-clustered water) restore edilen fiziksel yapısı sayesinde, Su evrensel temizleyici (universal solvent) deoksidizer (antioksidan) olan orijinal özelliğine tekrar kavuşmuş olmakta ve kendi kendisini temizleyebilmekte, dış ortamdan gelecek her çeşit kirleticilere karşı sahip olduğu yüksek derecedeki rezistansı (immunity) sayesinde de onları zararsızlaştırma işlevini ve gücünü yeniden kazanmaktadır. Suyun kimyasal yapısı değişmemektedir.

Suyun içindeki mineraller aynen kalmaktadır.

Suyun yoğunluğu (density) değişmektedir.

Suyun yüzey gerilimi-surface tension- %18 daha düşük olur.

Kaynama ve donma noktaları da değişir. Bu da enerji tasarrufu demektir.

Suyun içinde çözünmüş Oksijen (DO) miktarı daha çok artar, bunun neticesinde yüksek seviyede sağlıklı-yararlı aerobik ortamın oluşması temin edilir. Hastane virüsü gibi mikropların ölümcül olması önlenir.

Doğal enerji formundaki düşük frekanslı titreşimler suyun moleküllerinin birinin diğerini tetiklemesi neticesinde, suyun moleküler küme (cluster) yapısının incelmesine (self-homogenization) nano-moleküler kümeli yapıya dönüşmesine sebep olur.

Suyun kalitesi mükemmelleşir, toksik maddeleri çözme (nötr hale getirme) kabiliyeti artar.

SU’DA çözünmez -INSOLUBLE- KalsiyumKarbonat (CaCO3) yani Kireç taşı SU’yumuzda ÇÖZÜLÜYOR!

Suyun içinde çözünmüş Oksijen arttığından su’yunuzun kendisinde bağışıklık sisteminin (immunity-koruma kalkanı) kuvvetlenmesi sağlanmaktadır.

Sudaki Kirlilik Ekonomimizi Ne Şekilde Etkiliyor?

Bugüne kadar suyun kirliliğinden kaynaklanan maliyetleri hesaplamak hiç aklınıza geldi mi?

İçme suyuna ayrı, kullanma suyuna ayrı fatura, sağlık giderleri, elektrikli aletlerin tamir masrafları, fazla temizlik malzemesi tüketimi, zaman ve enerji kayıplarının maliyetleri vs.

Bütün bunların su ile ne ilgisi var derseniz lütfen okumaya devam ediniz.

* Evinizdeki çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, halı yıkama makinesi, şofben ve termosifon, kalorifer, jakuzi, buharlı ütü vs.gibi su ile çalışan elektrikli ev aletlerini alabilmek için tahminen kaç para harcadınız?
* Bu cihazlar kireçli su ile çalıştırıldığında ömürleri %60 oranda daha az olur.
* Bu cihazların tamir ve bakımına yılda yaklaşık kaç para ödüyorsunuz? (çektiğiniz zahmet hariç)
* Sert su; sabun, deterjan, şampuan vs.gibi maddelerin köpürmesini engeller. Gereken miktardan iki kat fazla kullanılır. Bunlar televizyon reklamlarında söylenmez.
* Pahalı deterjanla ucuz deterjan arasında ki fark köpük yapıcı ve kireç sökücü formüllerin oluşumudur. Yumuşak su kullanıldığında pahalı ve ucuz deterjan arasındaki fark kalmayacak, aynı sonuca ucuz olan deterjanla da ulaşılabilmektedir.
* Yumuşak su kullanılarak yapılan temizliklerde, yardımcı madde dediğimiz yumuşatıcı, kireç sökücü, tuz, çamaşır suyu gibi maddeleri kullanmaya hiç gerek kalmayacaktır.
* Yumuşak su ile banyo yaparsanız, saçlarınızın daha yumuşak ve parlak olduğunu görecek bir daha saç kremi kullanmaya lüzum hissetmeyeceksiniz.
* Yumuşak su ile yıkanan otomobili kurulamaya ihtiyaç kalmaz.
* Yumuşak su ile yıkanan çamaşır veya bulaşıkta hiç leke kalmayacağından daha az zamanda temizliğiniz tamamlanır. Böylece enerji ve zaman tasarrufu sağlanır.
* Arıtılmış su ile yapılan yemeğin rengi, tadı ve aromasının ne kadar farklı olacağını tahmin edebiliyor musunuz?
* Aslında çay yapımının sırrı çayı yapanda değil, suyun yumuşaklığındadır.

Suyun ekonomiye verdiği zararları tekrar edersek; sağlık masrafları, daha fazla kullanılan temizlik malzemeleri giderleri, yardımcı temizlik malzemeleri maliyetleri, daha uzun işlemler için harcanan zaman ve enerji su ile çalışan cihazların ömrü ve verdiği tahribat giderleri vs.gibi. Bütün bunları önleyebilecek ilk akla gelen tedbir sizce ne olmalı?

Doğal enerji teknolojisi – Suyun aktive edilerek canlandırılması DOĞAL ENERJİ = LIFE ENERGY = VIBRATION ENERGY NEDİR?

BİLGİ (INFORMATION) BİR ENERJİ FORMU’DUR. Dr. Wilhelm Reich (1897-1957)

Bilinen Enerji Form’larının Elektrik, Manyetik, Radyoaktif, Kimyasal ve Isıl enerji formları olduğunu ve onlarca yıldır teorik, bilimsel ve reel uygulamalarını yaşamaktayız.

Yukarıda belirtilen Enerji Form’larının dışında bir başka Enerji Formu’nun da teorik, bilimsel ve reel olarak uygulamalarını da son 25 yıldır yaşamaktayız.

Yaygın olarak dünyamızda uygulanmakta olan Doğal Enerji Form’u her an ve her yerde mevcut olan ve Dalga Boyu-Rezonans-Vibration-Frekans olarak karşımıza çıkan INFORMATION (BİLGİ) Enerji Formu’dur. Bu Doğal Enerji formu su üzerine gravitasyon metodu ile yüklenir. Doğal Enerji yüklü malzemeler IC (Information Carrier) Bilgi taşıyıcı olarak bilinir. Örnek olarak LCD (Liquid Crystal Display), Fotokopi Makinaları, Lazer Printer çalışma prensipleri gösterilebilir.

Suyun arıtılması (temizlenmesi) ne demektir?

Günümüzde Su’yu arıtmak için uygulanan konvansiyonel metotlar; Mekanik temizleme, Fiziksel Temizleme, Kimyasal Temizleme ve Biyolojik Temizleme olarak sıralanabilir.

Ne yazık ki; günümüzde yaygın olarak uygulanmakta olan bu konvansiyonel su arıtma metotları su arıtmada karşılaşılan sorunları tamamen çözümleyemediği ve çoğunlukla sağlık ve çevre problemlerine yol açtığı uygulamalarından (sonuçlarından) görülmektedir.

Başta içme ve kullanma su’yu olmak üzere, her çeşit su’yun (atık su dahil) arıtılmasının amacı aşağıdakiler olarak özetlenebilir:

* Su, zararlı mikro-organizmalar ve kimyasal maddeler içermemelidir.
* Su, tadını ve kokusunu etkileyecek olan maddeleri içermemelidir.
* Su’yun ihtiva edebileceği mikrop ve zararlı organizmalar, lokal standartlara göre etkisiz hale getirilmelidir.
* Su’yun, su boruları üzerindeki çürütücü (agresiv) etkisi minimuma indirilmiş olmalıdır.
* Su’da mikrobiyolojik denge (stabilizasyon) kriteri, Organik Maddeler için tüketilen Oksijen miktarının 10 mikrogram/litre’den az, başka bir ifade ile su’daki AOC-Assimilable Organic Carbon (sudaki mikropların gıdası olan ve hemen Sindirilebilecekleri Çözünmüş Organik Karbon miktarı) miktarının 10 mikrogram/litre’den az olması gerekir. Bunun üzerindeki değerlerde salgın hastalıklara neden olan patojenik mikropların çoğalması önlenemez.

REFERANS:Dünya Sağlık Teşkilatı -WHO- tarafından IWA tarafından 2003 yılında yayınlanan “Heterotropic Plate Counts and Drinking Water Safety” ISBN: 92 4 1562269 (WHO), ISBN: 1 84339 025 (IWA publishhing) yayınının SECTION-11 (Sayfa 199) “Managing Regrowth in drinking-water distribution systems” D. van der Kooij.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

Çok enteresan kulaktan dolma, doğru sandığımız, bu yüzden hiç düşünmediğimiz bir ön yargı ile karşılaştım. “Su kaynatılınca içilebilir hale gelir.” Nasıl bu sonuca ulaşılıyor? tam emin değilim.

Suyu kaynatınca tüm mikropların öldüğünü sanıyoruz. Sanki tek mikrop varmış gibi. Oysa her biri birbirinden farklı, sayısını bilmediğim mikroplar var ki; her birinin kaynatılmakla öldüğünü söylemek zor. Bazıları kendini korumaya alıyor vb. Ayrıca biz suyu kaç derecede kaynatıyoruz? 100 derecede ısıtılırsa zaten buharlaşacak. O zaman su kalmayacak. Çeşitli yöntemlerle bu su buharları tekrar toplanıp su haline getirilirse mikropların çoğu ölür. Gerçi bu da tüm mikropları öldürmüyor ama kaç kişi suyu böyle ısıtıyor. Ayrıca bu damıtık sudur ki sağlık için faydalı değildir. Ayrıca suyu kaynatmakla içindeki ağır metallerin yok olacağı sanılıyor. Kaynatma ağır metalleri yok etmez. Kaynatma ile metaller yok olsaydı dünya olmazdı. Ne mikroplar açısından ne de kimyasallar açısından temizlik sağlamıyoruz ama sağladığımızı ileri sürüp sağlıksız suları içiyoruz. Su ile yapılan pek çok çalışma zaten bunları gösteriyor.

Posted in Bilgi Bankası
3 Kasım 2016

1. Herkesin vücudunda kanser hücreleri vardır. Bu kanser hücreleri birkaç milyara kadar çoğalmadıkça standart testlerde görülmezler. Doktorlar kanser hastalarına tedaviden sonra vücutlarında artık kanser hücresi kalmadığını söyledikleri zaman, bu yalnızca kanser hücrelerinin testlerle saptanamayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.
2. Bir kişinin hayatı boyunca 6 ile 10 kez kanser hücreleri oluşabilir.
3. Kişinin bağışıklık sistemi güçlü olduğu zaman kanser hücreleri yok edilir ve çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.
4. Bir kişide kanser olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğuna işaret eder. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ve yaşam tarzı faktörlerine bağlı olabilir.
5. Çoklu beslenme eksiklini yenebilmek için diyeti değiştirmek ve ek takviye almak bağışıklık sistemini güçlendirir.
6. Kemoterapi hem hızlı çoğalan kanser hücrelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim sisteminde v.s.’deki hızlı büyüyen sağlıklı hücreleri yok eder ve karaciğer, böbrekler, kalp, akciğerler v.s.’de organ tahribatına yol açar.
7. Radyasyon kanser hücrelerini yok ederken; sağlıklı hücre, doku ve organları da yakar, yaralar ve zarar verir.
8. Kemoterapi ve radyasyon başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ve radyasyon tedavisinin uzaması tümörün daha fazla yok olmasına yol açmaz.
9. Kemoterapi ve radyasyondan dolayı vücut çok fazla toksin yüklenmesine maruz kalınca, bağışıklık sistemi ya tehlikeye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli enfeksiyonlara ve komplikasyonlara yenik düşer.
10. Kemoterapi ve radyasyon kanser hücrelerinde mutasyona neden olabilir ve dirençlerinin artarak yok edilmelerini zorlaştırabilir. Cerrahi işlem de kanser hücrelerinin başka taraflara atlamasına neden olabilir.
11. Kanser hücreleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için ihtiyaçları olan gıdalardan yoksun ve aç bırakmaktır.
12. Et proteininin sindirimi zordur ve çok sindirim enzimi ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür ve daha çok toksin birikimine neden olur.
13. Kanser hücrelerinin duvarları sert protein ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak veya azaltarak, kanser hücrelerinin protein duvarlarına saldıran enzimler daha çok açığa çıkar ve vücudun öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmelerini sağlar.
14. Bazı destek maddeleri (IP6, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA’lar v.s..) bağışıklık sistemini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü hücrelerinin kanser hücrelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek maddelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen veya ihtiyaç olmayan hücrelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz veya programlanmış hücre ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.
15. Kanser zihinsel, bedeni ve ruhsal bir hastalıktır. Öngörülü ve olumlu bir ruh kanser savaşçısını muzaffer yapar. Öfke, affetmezlik ve acı bedeni stresli ve asitli bir ortama sokar. Seven ve affeden bir ruha sahip olmayı öğrenin. Sakin olmayı ve hayatın tadını çıkarmayı öğrenin.
16. Kanser hücreleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük egzersizler ve derin nefes alma hücre düzeyine kadar daha fazla oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen terapisi kanser hücrelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.

 

Posted in Bilgi Bankası