İnsülin direnci (IR) insülinin kan şekerini düşürmede daha az etkili olduğu fizyolojik bir durumdur. Kan glikozunda artışla sonuçlanan bu durum kan şekerini normalin dışındaki düzeylere yükseltir ve istenmeyen sağlık etkilerine neden olabilir. İnsülin direnci geliştiğinde bir çok hastalık alt yapısı için gerekli ortam oluşmuştur.
Hücreler yaşamak için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu enerji glikozdan elde edilir. Glikozu hücre içine almak için yağ ve kas hücreleri gibi bazı hücre tipleri, insüline ihtiyaç duyarlar. Karbonhidratların fazlası yağa dönüşüp depo edileceği zaman da insülin gereklidir. Karaciğer, insülin varlığında glikoz yapımı ve salgılanmasını azaltarak, glikoz düzeylerini düzenlemeye yardımcı olur. Hücreler dolaşımdaki insüline yeterince cevap veremezse, kan şekeri seviyesi yükselir. Bunu takiben insülin miktarı da artmaya başlar.
İnsülin direnci geliştiğinde açlıkta insülin düzeyi düşmez ve yüksek kalır. İnsülin direnci, başlangıçta pankreasdan daha fazla insülin salgılanmasına neden olur. Fakat fazla miktardaki insülin, birçok doku için toksiktir.
Başlangıçta yağ dokusunda insüline karşı direnç yoktur ve fazla şeker, yağ olarak depolanır. Bu durumda selektif insülin direncinden söz edilir. Yağ dokusunda direnç olmadığı için yüksek insülin düzeyi açlık sırasında hormona duyarlı lipazı inhibe eder. Böylece lipoliz engellenir. Kişiler kilo almaya ve mevcut kilolarını verememeye başlarlar. Normalde enerjimizin % 80’ini veren yağların; açlık sırasında yeteri kadar yıkılmaması kan şekerini düşürür ve reaktif hipoglisemi görülür. Bu durumda olan kişiler sıklıkla çok çabuk acıkırlar ve şekerli gıdalara düşkünlükleri artar.
Yaşla ve devam eden süreçle birlikte direnç daha da artar ve göbekte yağlanma ile karakterize elma tipi bir şişmanlık olmaya başlar. Erkeklerde bel çevresi 92 cm ve kadınlarda 82 cm üzerinde olduğunda insülin direnci varlığından söz edebiliriz. Göbek çevresi kalça çevresinden daha fazladır. Oysa bu oranın 0.8 altında olması gerekir.
Karaciğerin glikoz üretiminde görülen normal azalma, insülin direnci olan kişilerde ortaya çıkmayabilir. Karaciğer hücrelerinde insülin direnci, glikojen sentezi ve depolanmasında azalma, glikoz üretimi ve kana verilmesini baskılamada yetersizlik ile sonuçlanır.
İnsülin direncine bağlı yüksek insülin ve glikoz düzeyleri, metabolik sendromun önemli bileşenleridir.
Metabolik sendromun klasik klinikopatolojik tablosunda şişmanlık, tip 2 diyabet, hipertansiyon, lipid profili bozukluğu (LDL yüksekliği, HDL düşüklüğü ve trigliserid yüksekliği), ateroskleroz, hiperürisemi, enfeksiyon dışı CRP yüksekliği, enfeksiyon dışı fibrinojen ve sedimantasyon artışı, kronik yorgunluk, depresyon ve osteoporoz gibi çok sayıda klinik ve laboratuar semptomlar ve bulgular mevcuttur. Daha fazla insülin salgılanması olmazsa, kan şekeri düzeyleri artar ve tip 2 diyabet ortaya çıkar.
Günümüzde sürdürdüğümüz yaşam ve beslenme tarzı ve hareketsizlik insülin direncinin pek çok hastalığın kaynağı olmasını sağlamaktadır. Yaşadığımız çağda insülin direncinin gelişmesi, engellenmelidir. Bunun için insülin düzeylerinin artmasının önüne geçilmelidir.
Karbonhidratlardan zengin gıdalar, insülin düzeylerini artırarak metabolizmayı olumsuz etkilerler. Zengin karbonhidratlı diyetin bir defa veya seyrek ve düzensiz alınması, önemli değildir ama bu diyet planı, düzenli, sürekli ve uzun süre uygulandığında insülin direnci gelişecektir.
Fakat fazla kilolu olmayan, zayıf kişilerde bile insülin direnci olabilir. Bana göre en risk altındaki kişiler de bunlardır. Zira şişmanlık fark edildiği için zamanında önlem alınabilir. Oysa zayıf kişi ve yakınları durumun farkında olmadıkları gibi, çoğu zaman doktorlar da hastalığı atlayabilirler. Hatta kişiler zayıf oldukları ve kilo almadıkları için bol bol yanlış beslenmeye devam eder ve teşvik edilirler.